Sevgili sınıf arkadaşım Prof. Dr. Ufuk Cığızoğlu Beyazova’dan ogrencilerine emeklilik öncesi “SON DERS” konuşması
“SON DERS“
Değerli arkadaşlarım
Bu son dersi anlatma görevinin bana verilmiş olmasından son derece mutluyum, onur duydum.gurur duydum. Teşekkür ederim.
Bir öğretmen, hekim olmak üzere olan arkadaşlarından ayrılırken onlara son olarak ne söylemek ister. Belki biraz öğüt vermek. “İyi bir hekim olmak” üzerine öğütler. Ancak ben tüm meslek yaşamımda öğüt vermekten çok örnek olmaya çalıştım. Kendimce iyi hekim olmak neyse öyle bir hekim olmaya çalıştım. En sık gördüğü hastalıkların tanı ve tedavisini, bu hastalıklardan korunmayı iyi bilmek, her gün yeni bir şey öğrenmeye çalışmak, öğrendiği her şeyi başkaları ile paylaşmaya çaba göstermek yardım isteyen bir şeyler danışan herkese yardımcı olmaya çalışmak, insanları sevmek, insanlar arasında ayrım gözetmemek, yurdunu sevmek, dilini sevmek, infant yerine bebek, prenatal, natal, postnatal yerine doğum öncesi, doğum, doğum sonrası demek, marker yerine belirteç sözcüğünü kullanmak, mesleğimiz çok yoğun çalışma gerektirse de yaşamda sanata, spora, yurdu ve dünyayı tanımaya zaman ayırmak, çocuklara, insanlara, mesleğe yararlı olabilmek için sivil toplum örgütlerinde çalışmalar yapmak, bu günü anlayabilmek için geçmişi bilmeye çalışmak iyi hekim olmaktı benim için, bunlarla örnek olmaya çalıştım.
Sizlere dersleri anlatırken konu ile ilgili küçük öyküler de anlattım. Aşıları anlatırken Türkiye’nin Pasteur’u Muammer Tunçman’ın Kurtuluş savaşı sırasında aşılanmış tavşanları İstanbul’daki telkihhaneden kaçırabilmek için İngiliz işgalini nasıl yararak İneboluya geldiğini. Orada bir laboratuar kurarak nasıl kuvayı milliye için aşı ürettiğini anlattım.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra Dr. Refik Saydam’ın savaşın yoksul ve yorgun Ankara’sında herkesin hayal diye nitelediği Hıfzıssıhha enstitüsünü nasıl kurduğunu, o yıllarda dünyada aşı üretebilen 5 merkezden biri haline getirdiğini bir çok Orta doğu ülkesi ve Çin’in aşılarını Türkiyenin ürettiğinin öyküsünü anlattım.
Bu gün son dersimizde de bir kısa öykü daha anlatmak istiyorum. Fatma Müfide hanım’ın öyküsü.
Sonradan Küley soyadını alan Fatma Müfide hanım 1900 lerin başında doğmuştu. Şimdiki lise eğitimine karşılık gelen idadiyi bitirdikten sonra 1919 da Tıp Fakültesine girip hekim olmak istemişti. Ancak 1900 lerin başında İstanbul’da bu o kadar kolay değildi. Osmanlı Sıhhiye Meclisi kadınların hekim olamayacaklarına dair bir mazbata çıkarmıştı. Bu mazbatada Kadınların evlenip aile kurduktan sonra mesleklerine devam etmeyecekleri, fakülteye girmenin “iffet ve ahlak” değerlerini zedeleyeceği, erkek hastaları muayene etmemeleri ve anatomi diseksiyonlarına da katılmamaları gerektiği belirtilmişti. İstanbul Darülfünunu Tıp fakültesine kız öğrenci almıyordu. Bu nedenle başvurusu reddedildi.
Fatma Müfide hanım 1921 de yeniden tıp fakültesine başvurdu, kaydını yaptırdıysa da kız öğrenci kabulüne karşı olan hocalardan birisinin tıp eğitiminin zor ve uzun olması, laboratuar çalışmalarının fazlalığı üstelik tek bir kız öğrencinin o kadar erkek arasında eğitim almasının uygun olmayacağı nedeniyle Saray’a ve o zamanki hükümet yetkililerine şikâyeti ile yine derslere kabul edilmedi. Ertesi yıl 1922 ders yılında, Anadolu’daki başarıların artışı, Sarayın ve İstanbul Hükümeti’nin güçsüz kalmasından cesaretlenip 2 kız arkadaşını daha ikna etti. Yeniden başvurdu. Üniversite onları kabul etmek zorunda kaldı.
Kurtuluş savaşının ardından Fatma Müfide hanımı 7 kız öğrenci daha örnek aldı ve Tıp Fakültesine alındılar. Fatma Müfide Küley fakülteyi bitirdikten sonra 1933 de öğretim üyesi oldu. 1973 yılına dek üniversitede çalıştı. Öğretim üyeliği dışında Çeşitli derneklerde etkin olarak görev alan Dr.Küley, üniversiteli kadınlar derneğinin kurucu üyelerindendi, Türk Tıp Cemiyeti genel sekreterliği, ve başkanlığını yaptı.
Dr. Müfide Küley bana örnek oldu. Ben ondan çok daha kolay olarak Tıp Fakültesine girmiştim. Kimse bana kadınlar evlenip aile kurduktan sonra mesleklerine devam edemezler demedi, fakülteye girmenin “iffet ve ahlak” değerlerini zedeleyeceği ne benim ne ailemin aklına geldi. Kaydımı yaptırmak için başvurduğumda kimse git birkaç kız öğrenci daha bul erkek öğrencilerin arasında yalnız kalırsın demedi. Zaten bizim sınıfın yarısı kızdı. Hiçbir hocam erkek hastaları muayene etmemem ve anatomi derslerine katılmamam gerektiğini söylemediler. Bunların hiç birini kimse düşünmedi bile. Çünkü cumhuriyet döneminin söylemi bu değildi.
1923 de Atatürk “Daha esenlikle, daha dürüst olarak yürüteceğimiz yol vardır. Bu yol,Türk kadınını çalışmamıza ortak yapmak, ilmî, ahlâkî, sosyal, ekonomik yaşamda erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve destekleyicisi yapmak yoludur.” demişti.
Cumhuriyet, kadınların düşünebileceklerine inandı, kadınların okuyup yazabileceklerine inandı, kadınların da öğretmen, bilim insanı, hakim, hekim olabileceklerine inandı. Cumhuriyet bana inandı. Sizlere inandı. Gençliğe inandı.
Çünkü Cumhuriyeti gençler kurmuşlardı. Atatürk samsuna çıktığında 38 yaşındaydı. Fikir arkadaşları Rauf Orbay ve Refet Bele, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy hep 37-38 yaşında gençlerdi. Lozan antlaşmasını imzaladığında ismet İnönü onlardan da gençti. Kurtuluş savaşının komutanları 30 lu yaşlardaydılar. Milli Mücadeleyi destekleyen sanatçıların çoğu, Ruşen Eşref, Falih Rıfkı, Yakup Kadri 25-30 yaşlarındaydılar. Cumhuriyeti o yılların gençleri kurdu. “Biz kurduk onu yücelterek yaşatacak olan sizsiniz”. diyerek sonraki kuşaklara emanet ettiler.
Gençlerin hem yurtta hem cihanda barışı koruyacağına, ülkenin bağımsızlığını ve cumhuriyeti muhafaza ve müdafaa edeceğine ve bilimi en büyük yol gösterici olarak kabul edeceğine inandılar.
Onların bu inancını boşa çıkarmayacağınıza bizler de inanıyoruz. Cumhuriyetin hiçbir kazanımından geri adım atmayın. Sizlere yeni yaşamınızda başarı ve mutluluklar diliyorum. Yolunuz açık olsun.