KARACAOGLAN VE EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ TÜRKÇE’NİNDİR

Sâlih’e
Sana küsmek ne mümkün cânım Sâlih’im.
Ne küsmene kızarız ne kızmana küseriz
Yaş kemâle erdi de bitti güzel tâlihim
Öküz olmasak bile koşar gelir süseriz
TS
Yiğit uzun bir ayrılıktan sonra atının üzerinde ve yorgun ve terli olarak sevdiğinin köyüne ulaşır.
Sevgilisi ona sevgi gösterir, mahraması ile terini siler vs. Yiğit oğlan da sevdiğine övgü döşenir.
Güzel oldu mu şimdi bu anlatım ?
Oysa Karacaoğlan şöyle anlatıyor:
 
Ağlama Sevdiğim Gül Dedi Bana
 
“Seherden uğradım dostun köyüne 
Hoş geldin sevdiğim in dedi bana 
Tomurcuk memesin verdi ağzıma 
Yorgunsun sevdiğim em dedi bana 

Benim yârim gelişinden bellidir 
Ak elleri deste deste güllüdür 
İbrişim kuşaklı ince bellidir 
İnce bellerimi sar dedi bana 

Benim yârim bana yalan söylemez 
Söylerse de gıybetimi eylemez 
El yanında ikrarını söylemez 
Elleri uyut da gel dedi bana 

Mestine de deli gönül mestine 
Aşık olan gül gönderir dostuna 
Telli mahramasın attı üstüme 
Terlisin sevdiğim sil dedi bana 

Karac’oglan sırrın kime danışır 
Siyah zülfü mah yüzüne kıvrışır 
Ayrılanlar elbet bir gün kavuşur 
Ağlama sevdiğim gül dedi bana”

Karacaoğlan
 
Bir delikanlı, birkaç kişilik bir genç kız grubu görüyor ve içlerinden birinin gururlu duruşu, endamı ve tavırlarıyla ötekilerden ayrıldığını fark ediyor. Birden gönlü akıyor o kıza doğru. Sanki yanındakiler, ona hizmet eder gibi. Bu görüntüyü hangi kelimelerle anlatırsınız?
Karacaoğlan şöyle anlatıyor::

“Uydurmuş kendine üç beş menendin
Sanırsın Sadrazam tuğ ile gider.”

İşte dil kudreti.

 
“İlk akşamdan vardım kavil yerine
O ne gördüm kömür gözlüm gelmedi
Bilmem gaflet bastı yattı uyudu
Bilmem o yar bize küstü gelmedi.”

Hangi yüzyılda ya da hangi kentte olursa olsun (ister İstanbul, ister New York, ister Paris), sevgilisi randevuya gelmeyen genç âşığın yürek çarpıntıları, ikircikli halleri, kafasındaki sorular nasıl da su gibi akıp giden bir dille anlatılıyor.
Şiir devam ederken, umutsuzca bekleyen âşık, yürek paralayan bir yargıya ulaşıyor:

‘’Benim mecbur olduğumu fark etti
Zalım garaz etti kaçtı gelmedi.”

Nasıl usta bir psikoloji, nasıl büyük bir anlatımdır bu. “Mecbur olduğu” fark edilen bir tutkulu âşığın terk edilmesi, insan ilişkilerinin önemli gizlerinden birisi değil mi?

Bence öyle. Aynı psikolojik durumu Sigmund Freud da yazabilirdi, Erich Fromm da.

Ama onlar değil, Çukurova’da omuzuna asılı sazıyla diyar diyar dolaşan genç bir ozan yapıyor bu saptamayı.

 Timur

Mehme’ciğim, yazıyı gözden kaçırmamışsın, sağol.  Türk sözcüğüyle araları yoksa ne oluyorlar zat- ı âlileri acaba?   Başka bir dil icat etmelerine gelince merak etme o biraz zor.  Onların bu işe ne kültürleri ne de bilgileri yetmez.     

Salih
(Hamiş:  Yazının muhatabı Timur Beyefendi sözcüklerin şapkalarıyla, kahkülleriyle uğraşmaktan okuyamamış herhalde.  Ya da yine kızdırdık veya küstürdük mü ne ?)
 
 
 
 
         Sevgili Timur
         Güzel Türkçe’mizin şiirsel ve müzikal bir dil olduğunu belirten sözlerine yürekten katılıyorum.   Bu; bana yıllar önce İtalya’da, Türkçe’nin kulağa nasıl geldiğini; dinlerken ne tip bir duygu uyandırdığını sorduğum entellektüel bir İtalyan’ın yanıtını hatırlattı. 
Yanıt aynen şöyleydi:  “Diliniz canlı, insanı saran, aynı zamanda yumuşak ve oldukça müzikal bir lisan.”  Adam bunları söylerken son derece ciddiydi.  Yine bu yıl katıldığım bir turda Belgrad’da; aynı soruyu sorduğum Sırp yerel rehberin cevabı da ondan farksızdı: 
“Türkçe, kulağı tırmalamayan, müzikal ve şiirsel bir dil.”  İnanmayacaksın ama gittiğim bir çok ülkede buna benzer yanıtlar aldığım çok olmuştur.
          Aslında Türk edebiyatıyla kıyısından köşesinden bile olsa, az çok ilgilenen bir kişi Türkçe’nin ne kadar olağanüstü ve görkemli bir dil olduğunu kolayca anlayabilir.  O, evren gibidir, gittikçe gidersiniz içinde, sonsuz kere sonsuzdur.  Konuşmasını bilenlerler içinse kollarını daldırdıkları ve her seferinde avuçlarını altın ve mücevher ile dolu olarak çıkardıkları bir define sandığıdır Türkçe.
          Çok sevdiğim bir şairin Cemal Süreya’nın bir şiirine değinerek bitiriyorum:
              Yunus ki süt dişleriyle Türkçe’nin
              Ne güzel biçmişti gök ekinini…
diye başladığı uzun şiirinde kâh Aşık Paşa’dan, kâh Aşık Garip’den bahseder.  Bir bakarsın Tokatlı Geday’yi, bir bakarsın Kadı Burhanettin’i konuşturur.  Derin şiir bilgisiyle, divan ve halk şiirinin bu kahramanlarından, Bayburt’lu Zihni’den, yiğit ve açık Türkmen Dadaloğlu’ndan, Köroğlu’ndan, Süleyman Çelebi’den dem vurur,  Cemal Süreya.
               Sen işte bunlarla bildin Türkçe’yi
               Bunlarla diye bitirir, 2. ci yeni ekolünde yazdığı güzel şiirini.   Şimdilerde de, ulusal varlığımızın temel direği olan dilimizi  bir takım kişiler bitirmeye çalışıyorlar.  Varsın, -kendileri için bitirsinler ama gün gelir onun değerini anlarlar.
                Anlarlar elbette, egemenliğin kayıtsız şartsız canımız TÜRKÇE’nin olduğunu.
 
Salih R. Yurtbaşı
 
(*) Hüseyin Haydar.  Aydınlık Kültür ve Sanat
                                  9 Ocak 2012
 
Ali Serdar beye yazdigim yanit:
Bu güzel ve çok yararlı yazınız için teşekkür ederim. Keşke , yakın zamana kadar, “a” ve “u” harflerinin üzerine konulan inceltme-uzatma işaretine de değinseydiniz. Bu işaretleri (şapkaları) kullanmanın yararına inanmaktayım. Ayrıca Japonca’nin “ilkel sesleri” içermediği konusunda da, affınıza sığınarak, size katılmıyorum. Filmlerden ve Japonca konuşanlardan duyduğum kadarıyla, bu dilde de bol miktarda gırtlaktan gelen, “ilkel” sesler mevcut. Ayrıca Türkçemiz’de bulunan gramer ve “ses müziği” bu dilde bulunmadığından, Japonca, bir şiir, edebiyat ya da müzik dili olamamıştır. Bilenler, bilimsel dilde Japonca’nın üstünlüğünü savunurlar, fakat edebiyat dilinde değil.
Ayrıca, “-de”, “ da”, “ mi”, “ ki”  gibi eklerin ne zaman ayrı , ne zaman kelimeye bitişik ya da virgülle ayrıldığının okumuş insanlarımızca bile bilinmemesi üzüntü konusudur. Bu eksiklik de yeni nesil ilk okul öğretmenlerinin bu konuya önem vermemesinden kaynaklandığı kanısındayım. Konuşma dilimizdeki “şimdiki zaman” fiillerinin sonundaki “R” harfinin düşürülüp, “geliyo” “yapıyo” gibi seslendirilmesi, hatta bunun sinema ve televizyon spikerlerince de bu şekilde seslendirilmesi ayrı bir üzüntü kaynağı.Saygılar sunarım.
Dr. Timur Sumer
 

 

Leave a Reply

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

%d bloggers like this: