Bir varmış ise de bir yokmuş. Saman içinde kalbur olan bir zamanda, balıkçı bir Temel varmış ki, balıkçı olduğu halde denizden dönmüş, sahilden ötürü oturup bir yandan yakaladığı balıkları temizler bir yandan da rakısını demlenir imiş. Rakı şişesi yarıya inip de keyfi çakırlaşmaya başladıkta , ocağı yakmış, yağı tavada bir güzel kızdırıp başlamış temizlediği hamsileri tavaya atıp kokularını havalara salmaya. Ağzı sulanıp da paçacı kelpi misali yutkunmaya başlamasıyla, bir yandan da son hamsileri ayıklayayım derken, heyvah ki ne heyvaah, keskin bıçaktır, aniden fırtmasıyla Temelin ,af buyurun, tenasül uzvunu kökünden hart diye kesip koparıvermiş.
Temel’dir acıdan havaya sıçramasına rağmen, soğuk kanlılığını yitirmeyip, kopan uzvunu kaptığı gibi cebine sokuştururken, “ha şu paluklaru yiyelum, rakumuzu da güzelce içelum, hastaneye sonra gideruz, doktorumuz da malafatımızı pir güzel yerine takıverir daa..” diye eyitip, balıkları yerken bir yandan da demlenmeyi sürdürmüş.
Şişeyi boşaltıp balıkları bitirdikten sonra hastaneye ulaşan Temel, doktora derdini bir bir anlatmasıyla, doktordur, “Dert etme be Temel, ver pakalum kestiğun uzvunu da dikiverelum yerine” deyince, Temel’dir, elini cebine sokup tutup çıkardığı irice bir hamsiyi çaat diye masaya vurur vurmaz, gözleri dahi fal taşı misali açılıp, korkudan ise böbreği ağzına gelmesiyle imlası bozulup , “uy uşaklaaar..!! ha şimdu yarağu yedük daaa!!.” , diye avaz edip, “yarağı yemek” deyimini güzel Türkçe’mize böylece kazandırıvermiştir.
TS