Şûh-u gûzeşte var ki nice nevcivân değerGeçmiş zamân olur ki hayâli cihan değer(Hayâlî)
NASIL BURUNCU OLDUM:
Hey yavrum hey…buruncu olmak aklımızdan mı geçerdi…Anlatayım da şu alçak Timur’dan neler çektiğim sizlere de malum olsun.
Bir yandan okul bitmek üzere bir yandan sevdalıyız, lan bari kendi işimizi kuralım da, kızı istettiğimizde babası “işsize kız vermem” demesin diyerekten derin düşüncelere dalmışız ki hoca Nusreddin’in hindisi kaç para. Biz düşünmekteyken, hâliyle, oturduğumuz yerde burnumuzu da karıştırmaktayız.
Nasıl oldu bilinmez, Nazmi hoca şıp diye zuhûr edip, bu garibi parmak burunda gördükte, “Pes bre oğlumı, burun karıştırma gördüm de böylesini hiç görmedim. Dirseğine kadar dalmışsn be oğlum ki oh ne güzel..Gel yiğidim seni bi güzel buruncu yapalım” dedikte,
“Aman hocaam, burunculuk kiiim biz kim. Biz damlardan ayı indirip insanlığa hizmet edecez” diyerekten Nazmi hocamızı hüsrana uğratmış idik.
O zamanlar ise mâlûmunuz; Ankara şehrinin en yaman derdinin kış aylarında ayıların damlara çıkıp tepinmesi olduğunun da bilincindeyiz. Damdan ayı indirme üzerine harika bir iş kurduk ki o kadar olur. Kangal köpeğimizi bir güzel eğittik, dağdan kalın bir sopa kesip elimize aldık, merdiven, ayı kafesi,tüfenk ney de bir tamam hazır.
Derken garibin birinin damına koca bir ayı çıkmasıyla gelip kapımızı çaldı. Biz de “adamdır” deyip bu Timur’u yanımıza alıp, eline de tüfengi verip, ayılı dama geldik.
Güzelce anlattım Timur’a. “Bak oğlum” dedim. “Ben merdivenle dama çıkacam. Ayıyı sopayla aşağı düşürecem. Köpek talimlidir, düşen ayıyı başşaklarından kavradığıylan sürükleyip kafese tıkacak”. Timur salağı, “peki ben tüfenkle n’apıcam ?” diye sormaz mı?
“Elinin körünü yapacan… Biz ayıyı değil de ayı bizi damdan düşürürse n’olacak?..sen de o zaman tüfenkle hemen köpeği vuracan ki bizi şeyimizden kavrayıp..töbe töbee !..”.
Uzatmıyalım, bu Timur alçağı köpeği vuramadı.
Ekte sevenlerimize burnumuzun iki suretini göndermekteyim.
Parmağınız hep burnunuzda olsun.

