NURAL

      

  Bugün en sevgili arkadaşım Nural’ın doğum günü.  Nural, 1958 yılı Haziran ayının yedinci günü dünyaya gelmekle, kendisini tanıyan herkesi bahtiyar etmiş ve etmektedir. Hesaba kitaba göre, 57 yaşına girmek üzere olan yarım asırlık bir Nural’dır. 

         Onu tanıdığımda,  18 yaşında idi ve haliyle aklı başında değildi.  Ben de aynı durumdan mustarip idim. Akıllarımız çok değil, sadece birer karış kadar havadaydı. Başımıza devşirmek de, çok uzun değil, sadece 30 yılımızı aldı. Yerli yerinde olmayan akıllarımızı ararken, üniversiteye harıl harıl hazırlanma dershanesinde karşılaştık.  Birlikten güç doğar fikrine kapılaraktan, aklımızı başımıza devşirme çalışmalarımızı birlikte sürdürmek üzere, aynı okula girip okumaya karar verdik.  

         Aklımız yoktu fakat fikrimiz vardı. Fikir ve ferasetimiz yerinde olmasına rağmen hayata yeni başladığımızdan; dost nedir, ne işe yarar, kendi arasında kaça ayrılır hususlarında hem cahil hem de cühela idik. Dost ile sucuklu tostu birbirine karıştırdığım o yıllarda,  gerçek dostun nasıl olduğunu, neye benzediğini Nural’ım sayesinde iyice bir anladım.  Bu sebepten, Nural’dan iyisi Şam’da kayısı ilkesinden yola çıkarak onu şablon yapıp, ileriki yıllarda edindiğim bir-iki dostu da tıpkı onun evsaflarını taşıyanlardan edindim. Hayattaki ilk gerçek dostum Nural kadar iyi kalpli, illaki onun gibi ince ruhlu,  mutlaka onun kadar açık yürekli, dürüst ve vefalı ancak bir- iki kişi daha bulabildim.  Onu hayatımın ilk yıllarında tanıdığım için çok talihliyim. Bu yaşa gelip de hala elinde kandil gözünde mendil dolaşıp dostunu bulamayanlar, düşmanını bilemeyenler de var.

          Nural o tarihlerde; leğen, kaval, uyluk, lades kemikleri,  omurilik soğanı ve diğer iç organları dahil olmak üzere toplam otuz sekiz kilogram gelmekteydi. Güzel bir kızdı ama durumu böyleyken böyleydi. Kırk kilo olmak için canını feda edebilirdi. Ben ise Allah nazardan saklasın kemiksiz yetmiş- seksen kilo arasında gelip gider, halet-i ruhiyemin durumuna göre bazen yüz-yüzelli kilogram bile olurdum. Enteresan bir ikili oluştururduk. Nural çantasında sürekli, arasına çikolata tıkıştırılmış iki yuvarlak bisküviden müteşekkil bir nevale ile dolaşırdı. Bu, ülkemizin ilk ıvır zıvır yiyeceklerinden Çokoprens idi. Nural bu bokboğaz yiyeceğine müptela olmuş, kurtulamıyordu. Her bir katmanı dört yüz kalori olan bu zıkkım olmadan şuradan şuraya adım atmaz, varını yoğunu bu uğurda harcardı.

Ne akla hizmetse, bu nevaleyi yedikçe şişmanlayabileceği fikrinde idi. 

         Oysaki devrin ünlü mankeni Twiggy de onunla aynı kiloda idi. Nural, okulun en şık giyinen kızıydı. Camianın moda ikonuydu. Annesinin topuklu ayakkabılarını giyip okula gelirdi.  Çıkan arbedelerde bu topuklarla duvarlara çıkıp atlamak zor oluyordu ama olsundu. Şıklığın ve zarafetin ağır bedelini bir şekilde ödemesi lazımdı. Derslerle arası iyi idi, bu nedenle manken filan olmaya niyeti yoktu. Mezun olunca iyi bir gazeteci olacaktı ama sınavların heyecanlı ve renkli geçmesini teminen birkaç parça kopya hazırlayıp yanında bulundurması gerektiğine inanırdı. “Hattı kopya yoktur sathı kopya vardır, bu satıh çoraplarımın içidir” anlayışında idi. O devrin ismi lazım değil en ünlü Anayasa Hukuku hocasından ödü patlar, adamın kitabını görünce bile dudakları uçuklardı ama korkunun ecele faydası yoktu. Aslanlar gibi de kopyasını hazırlardı.  Şimdi hakkını yememek lazım. Çalışabildiği kadarını çalışır, çalışamadığını A4 ebatlarındaki kâğıtlara yazıp çoraplarının içine tıkıştırırdı. Sınıfın içinde hazan dalı gibi salına salına yürüdüğünde kopyaları aşağılara kayardı da toparlaması güç olur, yoktan yere asabı bozulurdu.  Yine bir Anayasa Hukuku sınavı esnasında yerlere inen kopyalarını toparlayamamıştı da, vaziyetini gören sınav gözcüsü asistan; 

-Yuh be evladım, bütün kitabı kopyana yazmışsın bari Anayasa Mahkemesi Başkanını da sıranın altına oturtsaydın diye sitem etmişti. Bu serzeniş Nural’a kopya çeşitleri hususunda bayağı ilham vermişti. Önümüzdeki günlerde yapılacak Kamu Maliyesi sınavı için, devrin Maliye Bakanını sıranın altına oturtabilmek için girişimlerde bulunmuştu ancak netice alamamıştı.  

     

  Kopya hazırlamaya üşendiğimiz günlerde mecburen ders çalışırdık. Birlikte ders çalıştığımız günlerden birinde sınav sorularını alabilir miyiz umuduyla ruh çağırmaya karar verdik. Ben herhangi bir sıradan hortlağı davet edersek birkaç soru öğrenip durumu idare edebileceğimiz kanaatindeydim.  Ancak Nural bu konuda tevazu göstermedi. Yüksek bir not almak muradındaydı. Ders ağır bir dersti, Makro Ekonomi idi, hocası ismi lazım değil ünlü ve belalı bir ekonomistti. Sırf soruları öğrenmekle iş bitmez fikrindeydi. İllaki, soruların cevaplarını da söyleyebilecek kapasiteye haiz bir ruh istiyordu. Utanmasa gazeteye , “ekonominin makrosundan anlayan tecrübeli ve vasıflı ruhlar aranıyor” diye ilan verecekti. Hatta daha da ileriye gidip, konu anlatımlı ruhlardan yararlanmamız gerektiği iddiasındaydı. İş çığırından çıkmıştı. Sanki ruh çağırmıyor, kapsamlı, örnek soru çözümlü, konu anlatımlı, arkasında cevap anahtarı bulunan test kitabı arıyorduk. Müfredat genişti, sınav yarındı ve ruhlar aleminin konu işlemeye vakti olacağını hiç sanmıyordum. Nural alel acele,  mevta olmuş rahmetli Hazine Dış Ticaret Müsteşarlarından bir liste oluşturarak, inşaat tuğlası kalınlığındaki kitabın üzerine koyduğu fincandan parmağını çekmeden ve umudunu kaybetmeden seslendi:

– Eyy Sayın Müsteşarım geldiysen haber ver. 

Müsteşar hazineyi boşaltıp çoktan öbür tarafa gitmiş, belki de cehennemde cayır cayır yanıyordu. “ Bu iş Müsteşar düzeyinde olmayacak, sınıfta çakacağız” endişesi ile daha yüksekten atmaya karar verdik. Bizim gibi öğrenmeye ve bilgiye aç, çalışkan öğrencilerin gecenin şu saatinde Keynes’in veya en azından Adam Smith’in rahle-i tedrisinden geçmesi gerekiyordu. Huşu içinde rahmetlilere seslenerek bekledik. Ne varsa eskilerde vardı, vallahi de gelmişti. Ürpermeliydik ve ürperdik.  Hah işte! fincan yürümeye başlamıştı. Dolana dolana yazdı:

Laissez faire, laissez passer.  Fransızca bilmeyişime hayıflanarak, hürmetle pijamamın düğmelerini ilikleyip sordum:

– Ne buyurdunuz?

 Nural;  -Bu basbayağı Adam Smith, “Bırakınız Yapsınlar, Bırakınız Geçsinler” diyor cahil kaz kafa diye beni tersledi. Adam ismindeki bu adam, 1776 yılında Milletlerin Zenginliğinin Sebep ve Mahiyeti Hakkında Araştırma diye bir eser yazmış diyerek beni aydınlattı. 

-Çeneni kapatıp dinle de adam, yani Adam’a iki çift soru sorup feyz alalım diye bağıran Nural yüzünden kadim dostluğumuz gecenin bu vaktinde hasara uğramıştı. Ses çıkartmayıp yazdıklarını okuduk.

 Bay Smith;- Ülkeniz 33 yıl sonra ekonomik bir krizin orta göbeğinden teğet geçecek haberiniz ola. Boşuna ders filan çalışıp, çoluk çocuğa karışmayın yazdı.

 Teğet mi, o ne demek be? diye sordum.

 Nural;

 Endişelenme salak dedi. Teğet diyorsa teğet geçecektir. Hem 33 yılın geçmesine daha çok var. Söz konusu muhtemel ekonomik kriz sıkıntısı menopoz sıkıntımızla karışır farkına bile varmayız diye beni teselli etti. 

     Nural,  gece vakti oturumunu açtığımız bu iktisadi kongreden yüz bulup, Adam Smith’i  

 -Ağzınızı hayra açmadınız siz gidin de Keynes gelsin deyip yolladı.  Ruhların kendisini gördüğünü varsayarak, şıklığına halel gelmesin endişesiyle pijamasının yakasını paçasını düzelttikten sonra, tekrar mistik bir havaya bürünerekten seslendi: 

 -“ Eyyy 1883-1946 yılları arasında yaşayarak ekonomi teorisinde büyük bir devrim yapmış, liberalist doktrine bağlı kalmış iktisatçılar arasında özel bir yeri olan Keynes, geldiysen üç kere tıkla. 

   Sanki ruh çağırmıyordu da, Anadolu’nun bağrından kopmuş da gelmiş, şark bülbülü assolist altı türkücüyü sahneye davet ediyordu.  Nural’ın bu anonsu karşısında lafa girip; 

 Alkışlarınızla huzurlarınızda, sazıyla sözüyle… deyip sunumuna eşlik etme gereği duydum. Nural, abdest ibriği kulpu kalınlığındaki kolunun dirseği ile böğrümü dürterek, “diriye de ölüye de saygım olmadığını”  hatırlatıp, dostluğumuza ikinci darbeyi vurdu. Korkudan titremek şöyle dursun altımıza da kaçırmıştık. Allah razı olsun, Keynes’in ruhu da davetimize icabet etmişti.  Sınav korkusundan oramızda buramızda çıkan uçuklara yenileri eklenmişti. Ergenlik sivilcelerimizi ve uçuklarımızı kurcalayaraktan sorduk: 

-Eyy ruh Gayrı Safi Milli Hasıla nedir ve ne işe yarar? Nur içinde yatsın rahmetli Keynes’in ruhu, on puanlık bu uzmanlık sorusuna bir kerede cevap verdi: 

 Eyy çocuklar, yüce rabbim akıl dağıtırken Gayrı Safi Milli Hasıladan hissenize patlamış mısır büyüklüğünde akıllar düşmüş hayırlı uğurlu olsun diyerekten örnekleme metodu ile kalıcı bilgiler verip gitti. Ertesi gün uykusuzluk ve bilgisizlik neticesinde sınavdan çaktık. Ancak gayet azimli ve dirayetli idik. O devirde internet icat olmamıştı. Google’dan tıklayıp soru bankasına ulaşamadığımızdan başımızın çaresine bakıp, kendi imkânlarımızla çağırdığımız “ey ruhlar”ı masaya üç kere tıklattırarak sınav sorularını bulup çıkartıyorduk. Kendimize ruhlar aleminden bir eğitim öğretim ordusu hazırlayıp ünlü rahmetlilerden özel dersler alarak bütünleme sınavlarına sular seller gibi hazırlanıp, ruhlarına Fatiha okurduk.  

         Nuralım sözünde durup, iyi bir gazeteci oldu.  Yakışıklı oğlu Yağmur doğduktan sonra yağmur yağdı böyle oldu deyip, dünyanın en iyi annesi olmaya karar verdi.  Ona çok uzun, mutlu, güneşli günlerde Yağmurlu ve Canlı bir ömür dilerim.                                            Birnur  

Leave a Reply

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

%d bloggers like this: