ARKADAŞIM AYDAN

AYDAN

08/09/2023 00:40,

Ben çok gençken edindiğim arkadaşlarımı sık sık ikaz ediyorum: ” Lan kızım/ oğlum, ölüverip kafamı bozmayın. Ergenlik sivilcelerinizi biliyorum, yaşlılık tipsizliğinizi de görmek isterim, beni bu merakta bırakmayın” diyorum. Kimisi dinlemedi öldü. Hele şu 50 yaşında durup dururken aramızdan ayrılan Aydan’ımızın 65 yaşında ne şekillere gireceğini bütün arkadaşlarım ile birlikte merak ediyoruz. Bir araya gelince, yaşasaydı ne şekil olacaktı acaba diye üzüntülü fikirler yürütüyoruz. Sarışındı, derisi inceydi çok fazla kırışırdı, yok be fazla kırışmazdı, yaşlansaydı daha komik tecrübeleri olur, bizi güldürürdü vs. gibilerden fikir teatisinde bulunuyoruz. Onu dilimize dolayıp, bir gülüp bir ağlayarak hatırlıyoruz. Onun yaşlanmış halini görüp merakımızı gidermek için teknolojiden yararlanmaya karar verdik.Birisi fotoğrafından bunu çalışacak.
[00:42, 08/09/2023] birnur,orcan koral: Ama ölmeyip yaşlanabilseydi, ne kadar daha komik ve renkli bir kişilik haline dönüşeceğini tespit edecek bir teknoloji henüz yok. Onu da hayal gücümüze teslim ettik.😥😅

Aydan, Çıkrıkçılar Yokuşu eteklerindeki geleneksel Cumartesi buluşmamıza her daim olduğu gibi gecikmişti. Kendisi ile paylaşmak üzere aldığım simidin ona ayırdığım parçasını da yiyerek beklemeye devam ettim. Biraz sonra sebze hali yönünden çıkıp geldi. Payına düşen çeyrek simidi eline tutuşturup hesap sordum. Elindeki dört kilo üç yüz elli gram ağırlığındaki lahana, gecikmesinin mazeretini teşkil etmekteydi. Dediğine göre Allaha bin şükür lahanacının gözü Aydan’ı tutmuştu fakat tenzilat yapması vakit almıştı. Aralarında geçen pazarlık sohbetini ayaküstü anlattı: “Birnur’cuğum lahanacıya, lahananız fevkaladenin fevkinde görünüyor. Ancak biraz indirim yaparsanız, dolma sarmayı düşünüyorum” dedim. Lahanacının asabiyetten bıyığı seğirdi ancak dolma yapmayı tasarladığımı ve lahanasının hakkını vereceğimi öğrenince çok sevindi. Yine de biraz ısrar etmek zorunda kaldım. “Bak ben bir kamu kurumunda çalışıyorum, bu lahanayı sarmak için bana üç saat vakit lazım. Üstelik bu meşakkatli iş, sadece sizin bu lahana ile bitmiyor. Nerede bunun kıyması, hani bunun soğanı, maydanozu ve pirinci ve dahi nanesi? Tencereyi ateşe vurana kadar bu lahana kim bilir ne merhalelerden geçecek. Ha? Nerede bunun suyu, hava gazı? Bunca masrafı edeceğime göre beni müşkül durumda bırakmayınız ve istirham ederim şu lahanada 1-2 Yeni Türk Lirası indirim yapınız” deyip, ricada bulundum. Bütün bu açıklamalarım neticesinde o da bana “Vay be yengem hem çalışıyorsun, hem de dolma saracak mecalin var. Sana bravo ve aynı zamanda helal olsun diyorum. Senin canını yerim al da git lahana senin olsun” dedi.
Aydan’ın Selanik dolaylarından saman sarısı saçları ve kaşları, oğlunun tabiri ile sümük yeşili gözleri ve çalışan bir kişi olduğunu ayan beyan belli eden spor ceketli, makosen ayakkabılı medeni görünümü, lahanacının cenahından bakılınca “dolmayı asla saramayacağına” delalet etmekte idi. İster inansın ister inanmasındı ama Aydan o lahanayı sarardı da, ortasından çıkan yaprakları turşu bile yapardı. Aydan’dı be o! Lahanasını kolunun altına sıkıştırarak, diğer kolu ile koluma girdi ve Çıkrıkçılar Yokuşu’nu tırmanmaya başladık. Her daim böyle kol kola yürümekte, kafa kafaya verip düşünmekteydik. Aynı lakırdıyı söyler, aynı lafa güler, aynı kişileri sayar sever, aynı kişilere sayıp söverdik.
Bir münasip yere konuşlanıp, aynı istikamete bakaraktan lafa dalardık. Orta Oyunu kıvamındaki muhabbetlerimize kulak veren tanıdık veya tanımadık ahali gayet güler, gayet eğlenirdi. İki çift lafımızın belini kırarken bizi tanımayanlar bıyıklarının altından, tanıdıklar ise bıyık üstünden ağız dolusu gülerlerdi.Sanki Kavuklu ve Pişekar’dık da, vatandaş bizi biletsiz seyrederdi. Dükkanmış, asansörmüş, sokakmış veya iş yerimizmiş pek fark etmez, dereden tepeden eğri oturur doğru konuşur, o esnada yanımızda yöremizde bulunan seyircilerden fevkalade reyting alırdık. Müşterek dostlarımız “aman kaçırmayalım Aydan ve Birnur sohbete oturdular ki, bakalım ne diyecekler” merakı ile yanı başımızdaki yerlerini alırlardı.


…/…
BULVAR DÖ ÇIKRIKÇILAR
Yetmiş beş derecelik açı arz eden Çıkrıkçılar Yokuşu’nun trafik asayişi de Aydan’ın üzerine vazifeydi. Bu nedenle lafımızı balla kesti ve yokuşun tepesinden baş aşağı inmeye çalışan bir kamyona yardım etmeye hazırlandı. Şoföre, hooop sağ yap tamam tamam, topla gel topla da geeel hayırseverliğini yaparak, kamyonun selametle yola devam etmesini temin etti ve bana dönüp izahatta bulundu: -Bu bir sosyal sorumluluktur mirim. Bak şu çengelli iğne satan sorumsuz adamın hiç umurunda mı? İki metre don lastiği satmak uğruna kamyon devrilse haberi olmayacak. Sonra lastik ve çengelli iğne ticareti yapan mesuliyetsiz vatandaşa seslendi:

  • Şu horoz bağırsağı rengindeki makaralardan bir tane verir misiniz. Sana da alayım mı Birnur’cuğum, gerekli olabilir.
    Bu kısa alışverişi de yaptıktan sonra, ileride oğullarımıza almayı düşündüğümüz kına gecesi sepetlerine hayranlıkla bakaraktan yokuşu tırmanmaya devam ettik. Aydan’a birdenbire bir kasavet gelmişti. Bağrına bastığı lahanasına kederle bakıp;
    -Yahu Birnur’cuğum, bu hafta çok işim var. Ya lahana dolması yapmaya fırsat bulamayıp da, kapuska yapmak zorunda kalırsam?
    Lahanayı kapuska vaziyetine getirmesinin benim açımdan bir sakıncası yoktu. Kaygısızca sordum;
    –Bakayım, lahananın üstünde bu lahana katiyen kapuska yapılamaz, mutlaka dolma sarılmalıdır mı yazıyor. Kafayı mı sıyırdın hemşire? Lahana artık senin. İstediğini yaparsın. Aydan mı geldin sen Aydan?
    Bu gamsız kasavetsiz cevabım Aydan’ın asabını bozdu ve;
  • Lahanacıya dolma yapacağımı beyan ettim ve indirim yaptırdım. Yapamazsam o adama haksızlık yapmış olmaz mıyım? Ayıp değil mi? Bu bana yakışır mı? Dolma yapacağım deyip de kapuska yapmak etik olur mu?
    Bu kızın çağımıza hiç uymayan lüzumsuz dürüstlüğü ne idi ve ne işe yarardı? Şimdi durup dururken aramızda “Kıymalı Kapuska Konulu Çıkrıkçılar Yokuşu Meydan Muharebesi” çıkacaktı. Aydan’ın Avrupa Kıtasının orta göbeğinden kopmuş da gelmiş Fransız matmazel eşkali, Orta Anadolu Bölgesinin Çıkrıkçılar Yokuşu’nu Bulvar Dö Çıkrıkçılar vaziyetine getirmekte idi. Kılık kıyafetine ve tipine uymayan lahanasına hafif bir tükürük fırlattım. Ya sabır ya selamet vaziyetimi takınıp;
    -Şimdi lahananı alıp lahanacıya geri götüreceğim ve bak kardeşim, bu sahtekar kadın seni kandırmış. Dolma sarmaya vakti yok, lahanayı kapuska olarak pişirecek diyeceğim. Bütün sebze hali esnafı, seni ahlaksız kadın dolma yapmamaya utanmıyor musun deyip suratına tükürecek diye söylendim.

DÜRÜST KOPEK
Aydan’ın ne işe yaradığı belli olmayan dürüstlüğünün tanımı, yıllar önce bir belediye otobüsünde yapılmış ve adı konmuştu. Yıllar önce başından geçen şu hadiseyi dürüstçe anlatmıştı:
-Yahu Birnur, dün bir hasta ziyareti için yola koyularak 325 numaralı belediye otobüsüne bindim. İkinci durakta ön kapı açıldı ve otobüse fevkalade korkunç bir kadın bindi. Kadının üst tarafı çanak anten, alt tarafı pekmez kazanı ebadında idi. Rabbiyesiri silinmiş suratındaki et benleri, biraz sonra bir çalı süpürgesine binip uçacağı hissini veriyordu. Kaşları, Külkedisi’nin üvey annesininki gibi beynine kadar kavis yapmıştı. Her an şoförün dikiz aynasına bakıp, “söyle bakalım ulan ayna ben mi güzelim, şu otobüsteki ahali mi?“ diye sual edecek vaziyette idi. Gövdesinin pekmez kazanı bölümüne, Manisa Lalesi şeklinde bir etek giymişti. Karadeniz takasını andıran pabuçlarını sana başka bir oturumda daha tafsilatlı anlatacağım.
İşte mesleğini tahmin etmeye çalıştığım bu kadın, otobüse adımını atar atmaz bilet atmayacağını şoföre beyan etti. Buna sinirlenen kaptan şoför otobüsü yolun kenarına çekip, biletsiz otobüse binilemeyeceği hususunda kendisine brifing verdi. Ben de gideceğimiz yere geç kalınmamasını teminen arka koltuktan lafa karışıp, “şu bilet atılacaksa atılsın da, gideceğimiz yere vasıl olalım” diye seslenmek gafletinde bulundum ki, bulunmaz olaydım. Kadın bütün otobüse beni rezil etmek muradıyla, mercimek çorbası rengindeki çantasını havada sallayarak, “hööööyt kim o Dürüst Kopek?” diye nara atıp, korkudan koltuğun altına saklanmama vesile oldu. Bu sıfatımı kullanışlı bulup kullanacaksan nazar-ı dikkatini celb ederim ki, “Kopek” in “Ö” süne nokta koymadan telaffuz edeceksin, haberin olsun.
O gün bu gündür, Aydan’ın adı “Dürüst Kopek” olarak kalmıştı. Üzerine yafta gibi yapışan ve arkadaşlarımızca gayet benimsenen bu sıfat sayesinde dürüstlüğü iyice azıtmıştı. Trafik polisi onu çevireceğine o trafik polisini çevirir, kendi kendini ihbar ederdi. Vaktinin kıymetini bilen bir insan olarak oturma odası haline getirdiği arabasında bütün işlerini yoluna koymakta idi. Yine bir gün, kaküllerini insan içine çıkabilecek hale getirmek muradı ile yirmi beş santimlik yuvarlak bir fırçaya sarmış vaziyette araba kullanmaktaydı. Kendisine geçtiğimiz sene doğum gününde hediye ettiğim gül desenli porselen fincanındaki çayın son yudumunu içip, fincanı çantasına koydu ve;

  • Dün akşam evde bakmam için verdiğin kahve falını getirdim hemşire. Maalesef falın bu sefer pek iç açıcı gözükmüyor. Adıyaman sürgünü mahkemen üç vakte kadar bitmeyecek.Fincanın arka koltuktaki torbanın içinde al istersen bak. dedi. Bir gün önce içtiğim kahvenin falına bakması için kendisine ev ödevi olarak verdiğim fincanımı teessür içinde torbadan aldım. Bu da gül desenli bir fincandı ve Aydan’ın bana verdiği yeni yıl hediyesi idi. Birbirimize yirmi yıldan beri gül mevzulu hediyeler verirdik. Bu sebepten, evlerimizin görünümü güllük gülistanlık vaziyete gelmişti.
  • Acı gerçeğe inanmak istemezsin, gözünle gör diye fincanı yıkamadan getirdim dedi ve gözünü trafikten ayırmadan, fincanın sap tarafındaki kurumuş kahve telvelerini işaret edip;
  • Bak işte 4. İdare Mahkemesi Hakimleri tam orada cascavlak görünüyor. Duruşmanı iki ay sonraya erteleyecekler ve sen bu baharı Adıyaman’da karşılayacaksın. dedi. Ona her konuda itimadım sonsuzdu. Fala bile dürüstçe bakardı.
    -Deme yahu Aydanım bak bu çok fena. Şurada bir yerde park etsen de, ben yine bir kahve içsem. İlk kırmızı ışıkta tekrar bir falıma bakıversen ha? Belki bu sefer bir Yürütmeyi Durdurma Kararı görürsün diye sızlandım. Aydan bu talebime şiddetle itiraz ederek;
  • Şimdi bu sana yakıştı mı mirim? Dün gece fincanına gayet dikkatli baktım. Şimdi başka bir kahve içip yüce adaletin kararına karşı mı çıkacaksın? Hile ve hurda ile yürütmeyi filan durduramazsın. Adaletin kestiği parmak kanamaz. Aslanlar gibi Adıyaman’a git ve Türk bayrağının dalgalandığı her yerde dürüstçe çalış. Görürsen ünlü türkücü Kahtalı Mıçı’ya da benden selam et. dedi ve kahkülüne doladığı saç fırçasına hayretle bakan trafik polisine gayet nazik bir selam vererek arabanın camını açıp;-İyi günler memur bey. Ben dün farkında olmadan yanlış bir yere park etmişim ama kimse görmemiş.Cezam ne ise ödemek isterim. Vallahi olmaz darılırım, Allah aşkına cezamı kesip beni bu vicdan muhasebesinden kurtarın ricasında bulundu.
    Geçen gün Arka Taşım Aydan’ı rüyamda gördüm. Üç-beş dostumuz da yanımızda idi. Kederli bir merakla sorduk:
    -Aydan’cığım, seni şu anda sadece biz mi görüyoruz? Başkaları seni görmüyor mu? Bu iş böyle mi oluyor?
    -Aynen öyle oluyor diye cevap verdi. Sadece çok sevdiğim insanlar beni görebiliyor. Başka hiç kimse artık beni göremiyor arkadaşlar. Ne ilginç değil mi?

  • Hep bir ağızdan;
  • Vay be! çok enteresan. Yani sen şimdi buradasın ve civardaki insanlar seni göremiyor öyle mi? Görünmez adam gibi desene, dedik.
    Hüznümü muziplikle örterek ortaya dahiyane bir fikir attım:
    -Bak ne diyeceğim Aydan. Dört ay geçmesine rağmen belki senin öldüğünü duyup bilmeyen insanlar vardır. Onların yanına gidip sanki ölmemişsin gibi davranarak, hiçbir şey belli etmeden konuşsana. Biraz eğlenir ve güleriz. Sensiz hayata alışmak çok güç de, o bakımdan söylüyorum.
    Arka taşımın güleç yüzü birden ciddileşti ve;
    -Sana teessüf ederim, böyle bir davranış hiç etik olmaz. Bu bana hiç yakışır mı? Ölüp de ölmemiş gibi davranmak hiç ahlaklı bir davranış değil Birnur’cuğum dedi.
    Bugün 2 Mayıs, Aydan’ın 51.doğum günü. Geçen yıllardan birinde ona güllük gülistanlık uykular temennisi ile gül desenli bir battaniye almıştım. Bu doğum gününde ise yepyeni toprak battaniyesine gül fidesi dikeceğim.
  • Birnur Sümer Koral

Leave a comment