BİZ BU UÇAKTA İDİK
Öyle bir yolculuk ki, , “Yok artık ! ” kat sayısı arş-ı âlâda,”Töbe estağfurullahı” gayetle bol. Yol boyunca milletin âsabı öylesi gergin ki, dokunsan herkesten ipince bir yüksek “Do” sesi çıkmakta.
19 Aralık (Kânûn-u evvel), 2015’de İstanbul’da bindik Toronto uçağına. Yerimize oturmamızla, yolculardan biri derhal hastalandı ve kendini dışardan gelen bir “Türk doktoruna emanet edip” uçaktan ayrıldı. Giden yolcunun ardından “Güvenlik” nedeniyle tüm el çantaları indirilip denetlendi. Haliyle 90 dakika gecikmeyle havalandık.
Bir saat sonra ses yükseltici “Uçakta doktor var mı ?” diye ünneyince Nilüfer, “son kez ben yaptım şimdi de sen yap” diye mızıklanıp topu fakire ortaladı. Bu fakir ise, kerizlik bu ya ve dahi can sıkıntısından, Hz. Hacivat’ın “Yâr bana bir eğlence medet” vecizesi kavlince sırıtaraktan parmağımızı kaldırdık. Gelen “gökkonuksal avrata” doktorluk ehliyetimizi gösterip, “Lâkin biz çocuk pediatristiyiz..” dememizle, kızcağız pek sevinmiş, “olsun.. ne de olsa az çok doktor sayılırsınız” deyip, engellemesem muhabbetinden herkesin içinde neredeyse boynumuza sarılıverecek idi. Müdahalemizi istedikleri ağır ve âcil vak’a, baş ağrısından muzdarip orta yaşlı bir hanım idi. Hikâyesini bir güzel alıp, çocukluk aşılarının bir tamam yapıldığını, küçükken kızamık geçirdiğini, allerjisi olmadığını falan öğrenip, Acetaminofen hapı ile kadıncağızın ızdırabını mâhirce dindirip, hayatını kurtardık. Bir saat sonra aynı müdahaleyi, orta yaşlı bir İranlı’ya yaptık ve, ücret olarak hastanın karısı tarafından iki adet kurâbiye ile ödüllendirildik.
(Keflavik hava alanı)
Okyanus üzerine geldiğimizde, içimiz geçmiş, hafifçe uykuya dalmıştık ki, bu sefer başka bir gökkonuksal kızcağız omuzumuza dokunup fakiri uyandırdı. Gözleri endişeden falcı taşı misâli açılmış olaraktan “oh doktorcuğum medet..sen medeti bilir misin..?“ diyerekten yardımımızı istedi. Meğerse, kabin görevlisi kızlardan birinin eli, af buyurun helânin çöp tenekesinin kapağına sıkışmış, katiyyen çıkmıyormuş. Bir yandan bu durumun doktorlukla ilgisini düşündükse de, hâliyle epeyce de meraklandığımızdan üstelik vicdan da yapıp helâya gitmemizle bir de ne görelim.. zavallı kızcağızın eli öylesine sıkışmış ki, töbeler olsun, ne ileri ne geri asla oynamamakta, kızcağız ise en ufak harekette ağlıyaraktan, hatta çığlık bile ataraktan müthiş bir ızdırap içinde idi. Allahtan elinde lâstik bir eldiven takılıydı da “basıncın bir kısmını almıştır” diyerekten efkâr yürütmüş idik. Eldivenin içine salata zeytinyağını döktük olmadı, kapağı ittik çektik, olmadı. Kriko neyim bir yana, uçakta tornavida bile olmadığını hayretle öğrendik. Bu arada kızcağızın arkadaşları etrafımızda dönenmekte, bazılarının didelerinden yaşlar dökülmekte, üzüntü ve telaş yapmakta idiler. Kaptan pilot dahi yanımıza gelip, “Yok arkadaş, bu el buradan çıkmayacak, tiz yakın bir hava alanı bulup insek gerek” deyip yuvasına çekildi.
Kabin ekranından uçağın konumu herkese âyan olduğundan, uçağın 90 derece kuzeye döndüğünü ve İzlanda’yı hedef yaptığını gördük ki uçakta ısırılmadık parmak kalmamacasına. Bu arada Cenap nâm kadîm arkadaşım meğerse telli fonundan “Flightradar24” programıyla taa Toronto’dan bizim uçuşu izlermiş. Bizim uçak, Kuzey’e dönmesiyle anîden ekrandan kaybolmuş. Bunu gören Cenap’ımızda âniden şafak atıp korkudan böbreği ağzına gelivermiş. Altı saat gecikmeyle de olsa, önceden kesiştiğimiz gibi Toronto’da Cenap’in evine vardığımızda, “Tir git lan ordan..” dedi..”Türkiye’den ısmarladığım ilâçlı kremlere bir şey olur diye korktum..” diyerekten de korkusunun nedenini açıklamış idi.
Bir saatten az bir süre sonra da İzlandanın güney batısındaki, 8500 nüfuslu Keflavik kasabasına rahatça indik.
Kaptan pilotumuz İzlanda’lı ilgililere, telsiz fonla, “Böyleyken böyle” deyip durumları önceden bildirmiş olduğundan, itfaiyeci kılıklı birkaç İzlanda yiğidi tornavidalarını kapıp gelmişler. İki dakikada “şıp” diye kurtardılar hostes kızımızı ve de hepimizin hayır duasını aldılar.
Kızımızı “hop” diye bir tekerlekli sandalyeye koyup Keflavik hastanesine götürdüler. Bu arada açıkgöz bir yolcu da, “Ay bana da bişiler oluyor” ayaklarına yatıp, o da hastaneye götürüldü. Bir saat sonra ikisi de döndüler ve altı saat gecikmeyle yeniden göklere revân olduk.
Emeklerimiz Türk Hava Yollarına helâl olsun; Nobel bekliyorsam nâmerdim.
Dr. Timur Sumer
CENAP’LA TORONTO’DA
Kardeşim Birnur’un yorumu :
Abiciğim, yolculukta başınıza pişmiş tavuğun başına gelmeyenlerin geldiğini Nilüfer abladan duydum. Çok geçmiş olsun. Oysa ki, selâmetle gitmeniz için gereken bütün duaları okumuştuk, pek etkili olmamış. Şimdi evinizde dinlenirsiniz. Hostesin elinin çöp kutusuna sıkışması hadisesini bir türlü gözümde canlandıramadım. Keşke bir resmini çekip yollasaydın da ibretimizi alsaydık. Böyle tövbe estağfurullah olayları fotoğraflayıp ölümsüzleştirmek lazım. Yine de kıssadan hissemizi kaptık: Her ölümlü bir gün elini çöp kutusuna kıstırmayı tadacaktır (ki mutlaka benim başıma da gelecektir). Bu işin çaresinin İzlanda’da olduğunu öğrendiğim iyi oldu. Başıma gelirse çöp kutumla birlikte oraya bir yolculuk yapacağım demek ki. Hayırlısı olsun. Herkese selamlar sevgiler. Birnur