

Değerli abim,
Senin “Ortada Kuyu Var Yandan Geç” ameliyatından 24 saat önce; çok sevdiğim,hürmette kusur etmediğim ve huzurundan geri geri çıktığım yegane evliya olan Kar Yağdı Sultan’a ziyaret yaptım. Kendisi ile, 9. sınıfta iken çaktığım Cebir dersinin Eylül ayı bütünleme sınavına girmeden bir gün önce tanışmış ve gayet müşerref olmuştum. Beni 16 yaşımdan beri tanıdığı için, ergenlik sivilcelerimin sayısını bile bilir. Muhabbetini esirgemez ve her gidişimde hüsn-ü kabul gösterir. Hiç yüksünmeden makul ve mantıklı isteklerimi yerine getirir.
Kar Yağdı Sultan bir kadın evliyadır ancak, aynı zamanda iyi bir psikolog,hukukçu, sosyolog, bürokrat ve teknokrattır. Beni ilk görüşünde, ders çalışmayışımın ergenlik durumumla ilgili olduğunu teşhis eden ilk pedagogdur. İki durup bir bütünlemeye kaldığım Cebir dersini bana sevdirmiş ve sınıfı geçirtmiştir de, babama “vay be bu kız Hendese’den geçmiş ki aferin” dedirtmiştir. Adıyaman’a haksız yere sürülüşümü hukuksal açıdan incelemiş, bürokratik açıdan deşelemiştir. Kötü niyetli kişilerin kem gözlerini sosyolojik boyuttan değerlendirmeye alıp kurcalamıştır. Böyleyken böyledir. Bakma sen onun Ankara’nın Ulus semtinin ortalık yerinde boylu boyunca yatıp durduğuna. Ohooo, yattığı yerden elinden geleni ardına koymaz bir iş bitiricidir. Bu Kar Yağdı’nın Ağustos ayında hamileyken canının iki tabak kar yemek istediği söylentilerine, sayesinde Ağustos yaz ayıdır demeyip, yesin diye Allahın yukarıdan kar yağdırdığına, kar yemeyi abartıp, üç-beş tabak yedikten sonra hastalanıp öldüğü rivayetlerine pek kulak asma. Bunlar hurafe, bunlar boş lakırdılar. Sen icraatlarına bakacaksın.
Ha ne diyordum; senin “Ortada Kuyu Var Yandan Geç” ameliyatından bir gün önce, 04.Ağustos.2015 tarihinde durumu kendisine bildirmek üzere huzuruna çıktım:
– Epeydir görünmedin, Çıkrıkçılar Yokuşu’na iplik almaya giderken bile uğramıyorsun dedi ama yine de hüsn-ü kabul gösterdi.
– İşin düşmese yüzünü göremiyoruz, de bakalım yine n’ooldu? diye serzenişte bulundu.
– Çıkrıkçılar bu tarafa ters düşüyor uğrayamadım. Hiç sorma ağabeyimde yürek sızısı çıktı Kar Yağdı dedim.
– Evet malum oldu dedi ve Kaç damar? diye sual etti. Fıtık olsa gelmezdin zaten. Yandangeç olacakmış, önemli ameliyat deyip devam etti: Allah şifa verecek. (dikkatini çekerim, “versin” demiyor, “verecek” diyor. Çünkü işi biliyor.)
– 3 damar dedim.
– 3 değil 4 diye cevap verdi.
Türbesine doğru, “4 olduğunu biliyorsun da niye soruyorsun” gibilerden bir nazar fırlattım. Gayet profesyonel bir evliya olan Kar Yağdı;
– Seni imtihan ediyorum şabalak diye espri yaptı. Ağabeyinin kaç damarını kurcalayacaklarını bile bilmiyorsun. Sen küçükken de böyleydin, Cebirden kaç soru çıkacağını da bilmezdin, Adıyaman’ın Ankara’ya kaç saat mesafede olduğunu da. Sürgünden kurtulma mahkemesinin saatini bile ben söylemiştim sana. Yahu kızım, senin çocukluğun ayrı, gençliğin ayrı sorunlu idi. Orta yaşlılığın desen; dıştan baktım yeşil türbe, içine girdim estağfurullah tövbe deyip terslendi.
– İhtiyarlığını ise düşünmek bile istemiyorum. Allah bilir huzur evinden kovulur, 1.74 boyunla yine karşıma dikilirsin. Neyse sadede gelelim, ağabeyine için iyi dileklerimi buranın saati ile 04.30 da Cleveland’a doğru fırlatacağım. Şimdi yattığım yerden meridyen-paralel hesabı yapamam, çok meşgulüm. Uygun bir saatte ulaşacağını tahmin ediyorum. Doktoru Eric Roselli kabiliyetli bir çocuk iyi tanırım, taleplerimi ellerine doğru fırlatırım dedi. Eric’in baba tarafı galiba İtalyan diye de fikir yürüttü.
– Allah razı olsun Kar Yağdı diyecek oldum.
– Allah benden zaten razı. Aksi takdirde bu mertebeye nasıl gelecektim. Sen kendi derdine yan zındık, bakalım senden razı mı? diye terslenerekten, “Allah razı olsunmuş bak hele görgüsüze” diye söylendi.
Huzurundan hürmetle geri geri çıkarken seslendi:
– Bana bak, sen üç-beş ay önce oğlunun mezuniyet sınavları için bir kutu kesme şeker adamıştın ne oldu? Ağabeyinin ameliyatından sonraki “oh çok şükür”* gelişinde iki kutu getireceksin unutma diye tembihledi.
– Bu iş önemli, bu sefer tulumba tatlısı getireceğim diye cevap verdim.
İşinin ehli bu kadın evliyanın huzurundan, her daim olduğu gibi Sıhhiye meydanına kadar hürmetle geri geri yürüdüm. Kar Yağdı Sultan’ın acil şifa kararını iletirim abiciğim. Yüreğine su serpilsin.
Kardeşin Birnur
Önemli bilgiler: Kar Yağdı Sultan’a ziyaret, adab-ı muaşeret kurallarına göre iki türlü yapılır:
1- Makul ve mantıklı istekleri Allaha bildirmesi için süklüm püklüm gidilir, takdir ve tensiplerine sunulur.
2- İş bittikten sonra bir kutu kesme çay şekeri götürülüp teşekkür edilir.
Birnur 19/8/2015

Karyağdı Hatun Efsanesi
Ankara’da (Engürü) şimdiki Opera Meydanı adıyla anılan meydandaki Karyağdı Hatun türbesinde yatmakta olan kişi, onbeşinci yüzyılın ortalarında yaşamış olan “Karyağdı Hatun” adıyla anılan kişidir. Türbede bir de kitabe vardır:
Ah! vaveylâ ki cellâd felek Hâke saldı bu güli nazikteri
Cennetinden kabrine revzenler aç Rahmin ile bula daim ruşeni
Erdi hâtiften de anın tarihi Cilvegâhı ola cennet gülşeni
Hikâye şöyle; Ankara’nın en güzel kızlarından biri al duvak takınıp gelin olmuş. Vardığı genç yağız yakışıklı bir Ankara efesi, kadir-kıymet bilir bir kişiymiş. Birbirlerini pek sevmişler, pek anlaşmışlar. gel zaman git zaman aradan vakitler geçmiş, gelin kızın al duvağı solmadan kaynata, kaynana başlamışlar tazenin yüzüne bakmaya… Bir torun istiyorlar, gelin gibi elâ gözlü, oğul gibi çatık kaşlı, nurtopu gibi, koçyiğit bir torun!.
Günün birinde evin yaşlıları gelin kızın betine benzine bakmışlar da işi anlayıvermişler; Allah izni, pirler himmeti ile gelin hanım hamileymiş meğer! Eh! Aş ermek kadın töresinde haktır, helaldir, ayıplayanın başına tez gelir. Bizim gelin de aş eriyor diye kimse ayıplamaz. Ayıplamaz ama yavrucak öyle bir şeye aş erer ki bulup buluşturmak müşkülün müşkülü. Çünkü taze gelin, ağustos ayında kar ister. Herkes yayla güneşinde buram buram terlerken o, ortalığa yağan lapa lapa kar rüyaları görür.. Gecenin ortasında içini bir ateş basar dudakları suya hasret kalan bozkır toprağı gibi şahrem şahrem yarılır. Kızcağız kâh ağlar sızıldanır, kâh utanır, susar. Ama onunla birlikte kocası da yanar yakılır, döner dönenir. Elinden gelen olsa esirgemeyecek, dağları devirecek. Kar bu; yola bele dayanmaz ki… Gidip uzaklardan getire. O zaman şimdiki gibi kolaylıklar da yok; ne buz dolapları, ne de insanı bir iklimden diğerine götürecek uçaklar.
Kadıncağız, gündüz hayalinde kar helvaları yiye; gece düşünde kardan adamlarla güreşe boğuşa bebeğini büyüte dursun, artık bir an gelmiş dayanamaz olmuş. Herkesin mışıl mışıl uykuya vardığı bir sıra bahçeye çıkıp hem ağlamış hem istemiş: “Allahım” demiş; Her şey senin elinde! Sen, ol dersen gökyüzünden kar da yağar, nur da yağar! Ver Allahım! lâpa lâpa kar ver, avuç avuç kar yiyeyim, içimin şu bitmez yangını sönsün. Allahım! Allahım! Kar ver Allahım! Bu an hacet kapılarının açık olduğu mutlu bir an mıydı? Yoksa gelinin yanık sesi hacet kapılarını ardına mı dayadı, kim bilir?!. Bazı işler Allah ile kul arasında sırdır, ne olmuşsa olmuş işte, lâpa lâpa kar yağmaya başlamış. Tam gelinin rüyasında gördüğü gibi! Yerler bembeyaz olmuş. Sevinçten iki gözü iki çeşme sel sel ağlayan hatun, avuçlarını açar, ığıl ığıl inen karları “Kar geliyor, nur geliyor” diye şahrem şahrem dudaklarına götürürmüş. Kar yağmış, gelin yemiş; ta… gün ağarıncaya kadar.
Ertesi sabah Ankara’yı bembeyaz karlar içinde görenler büyük bir şaşkınlığa uğramışlar ama, Allah’a sözünü geçiren gelinin hikâyesi de çabucak ortalığa yayılıvermiş. Hikâyesi diyoruz çünkü gelinimiz hastadır. Yediği kar ona dokunmuş, yatağa düşmüştür.
Kaynanası, kenarı pullu duvağı torununun beşiğine örtmeyi arzuluyordu ama gelinin tabutuna örtmek nasipmiş. Türbedar nine “Türbenin üstüne her gece, cümlenin derin uykulara vardığı saatlerde bir şey yağar; kar mı yağar, nur mu yağar bilmem artık, yere düşmeden kaybolur gider diye ekler”.
Kaynak Menzil net
Like this:
Like Loading...
Related