Bu hikayede geçen olaylar kısmen doğrudur. Bin dokuz yüz ne bileyim kaç yılına girerken yaşananlar tarafımdan kattiyen hatırlanmamaktadır. Sevgili ağabeyimin cemiyet hayatında ilk ve son olarak sarhoş görülmüş olması tamamen gerçektir. Bu yazı, “kafası kıyak bir nesil” istemeyen Cumhurumuzun Başına ithaf edilmiştir.
Abim Timur Sumer, bin dokuz yüz bilmem kaç yılının yılbaşı gecesinin ortalık yerinde kapının zilini çaldı. Herhangi bir Müslüman evladı olduğumdan, Noel Baba’yı filan beklemiyordum ancak Nasreddin Hoca’nın gelmiş olması ihtimalini göz önüne alarak kapıyı açmaya koştum. Ağabeyim gelmişti. Olsun ona da razıydım, hoş gelmişti.
Amaan zaten Nasreddin Hoca gelse ne olurdu, gelmese ne olurdu. Kendisini tanıdığım kadarı ile hiçbir yılbaşında, hiçbir çocuğa hediye filan getirmişliği yoktu. En iyi palavra atan arkadaşlarımdan Gürkan bile böyle yaratıcı bir palavrayı akıl edememiş, “lan kızım biliyon mu dün gece Nasreddin ters bindiği eşşeğini bizim kapının önüne park etti de, ahan da bana şu oyuncağı getirdi” demeye dili varmamıştı. Çamlıca gazozu ağacının bizim bahçede yetiştiğine bütün kalbi ile iman eden kuzenim Hasan Yılmaz bile böyle bir rivayete inanmaz, “külliyen yalan lan” diyerek gülüverip geçerdi.
Ağabeyimi kapıda öyle “bir hoş” vaziyette görünce, hoş gelmiş olduğuna karar verip,
– Hoş geldin abiciğiiiim daha yeni yıl gelmedi, halen eski yıldayız deyip saçmalamak suretiyle gerekli tezahüratı yaptım. Keyfim çok yerindeydi. Tombalada birinci ve ikinci çinkoları yapmıştım. 10 kuruş kazanmış, 5 kuruş kaybetmiştim ve kardan zararda idim. Kerrat Cetvelini yedilerden sonra ezberleyememiş olan kuzen Hasan’ın tombala oynaması, annesi tarafından yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararname ile yasaklanmıştı. Gerçi ben de bu Kerrat bilim dalını altılara kadar idrak edebilmiştim ancak, “tombala oynamaya hak kazanma yeterlilik sınavı” sırasında şansım yaver gitmiş ve teyzemin sorduğu sorular bildiğim yerlerden çıkmıştı. Bütün Kerrat Cetvelini sular seller gibi bildiğime kanaat getiren bütün sülale acı gerçeği er ya da geç öğrenecekti. Olsun, neticede ben tombalamı oynayaraktan yeni yıla çoktan girmiş olacaktım ya, gerisi teferruattı.
Bütün bu olan biteni kapının önünde ağabeyime anlattım ama, kendisi galiba biraz hasta idi anlamadı. Her daim çay tabağı ebatlarında olan gözleri, tombala taşları kadar küçülmüştü ve şaşı bakıyordu. O devirde aklım baliğ olmadığından; şarap nedir ve ne işe yarar, içilince ne olur ve nasıl kusulur konularında pek malumatım yoktu. Bu nedenle;
– Vay be, zemheri ayında üzüm bulup yemişsin, üzerine de tarhana çorbası içip kusmuşsun abiciğim çok pis kokuyorsun ama yine de yeni yılın kutlu olsun diye fikir yürüttüm.
Ağabeyim cevap verdi:
-Hık !
-Aaa seni hıçkırık da tutmuş. Galiba birileri kulaklarını çınlatıyor dedim.
– Çenen tutulsun Hık dedik ya. Hala hıkmam diye çemkiriyorsun. Çenen hem tutulsun hem de kopsun yavaş konuş diye çıkıştı.
Radyoda Yurttan Sesler korosunun yılbaşı özel programını dinler görünen babamın, ortaya karışık fırlattığı “haşin-müşfik-öfkeli-aman da oğlum büyümüş sarhoş olmuş” temalı nazarları eşliğinde odasına doğru yürüdü.
Vah yazık abiciğim hem üşütüp hasta olmuştu, hem de tombala oynayamadan yeni bir yıla uykusunda girecekti. Babam oğlunun çapraz olmuş bacakları ile yürüyüşünü görmezden gelerekten;
– Çok içmiş eşşoğlueşşek. dedi
Biz de abimizin bu ilk ve son sarhoşluğu vesilesi ile, babamın “bir müsibet bin nasihatten evladır” veciz sözünün “çok içmiş eşşoğlueşşek” manasına geldiğini anlamış olduk.
Şerefine abiciğim, gelmiş-geçmiş- gelecek bütün yeni yılların kutlu olsun. Ayran kadehimi sağlığına kaldırıyorum. Kardeşin Birnur