Category: ASTRONOMY
NUH PEYGAMBER VE YÜZÜK NEBULASI
YAZ ÜÇGENİ
Sevgili arkadaşlar be..
“Bülbül gibi şakır m’ola dilleri
Sema döner kadeh tutar elleri
Firdevs bahçesinde gonca gülleri
Derdiğim aklıma geldi bu gece”
Madem ki toplumumuzda gülmece sıkıntısı baş gösterdi,
fakir de bir kıssa uyduralım dedik; taksiratımız
affola.
Tufan söylentileri “medya”da ayyuka çıkmış idi ki,
Nuh peygamberdir, kapudanı (kaptan) olduğu gemisinin
önüne dikilip cümle hayvanatı ikişer içeri almaktayken
önüne dikilen 3 adet deveye asaplanaraktan, “Ne
lakırdı anlamaz hayvanlarsınız bre..bakın Zeki Müren
misali tane tane söylemekteyiz, her hayvandan ancak
iki adet alacağız töbe töbee” demesiyle develerin
birincisi, ” Kurbanın olam ya Nuh peygamberimiz,
zatım hendek atlatılması laf anlatmaktan daha güç
olan deve değil miyiz ?” dedikte, Hz. Nuh’dur, diğer
deveye dönüp, “Ya sen nice binecen ?” diye soruncak,
ikinci devedir, “Ayağının türabı (topraği) olam ya
peygamberimiz, ‘boynun eğri’ dediklerinde
“nerem doğru ki’ diyen deve ben değil miyim ?” dediyse de
lakırdı üçüncü deveye gelincek, “Sen benim kim
olduğumu bilmekte misin ya Hz. Nuh ? Ben ise kutup
ayısının çölde sevdiği kısmetsiz deve değil miyim?”
demesiyle Nuh Peygamber’dir, “Tühün lan yüzünüze,binin
bakalım öyle ise.. insanlığın tufandan sonra sizlere
daha çoook gereksinmesi olacak” diyesi var
Gece oldukta serinizi (başınızı) serpuşunuz
(başlığınız) yere düşene kadar havaya kaldırırsanız
göğün tepesinde Vega, Deneb ve Altair tesmiye 3
yıldızın birer karış uzunlukta kenarları olan bir
üçgen oluşturduğunu görürsünüz ki, bilenler buna “yaz
üçgeni” adını verirler. Üçgenin en parlak yıldızı
Vega’dan ikinci parlak yıldız Deneb’e iki parmak (6
derece) yaklaşıp gök bakıcınızı odakladığınızda hayal
meyal de olsa “Yüzük nebulasını” (Ring) görürsünüz de,
resim çekicinizin objektifini beşer dakika açık tutup
3 defa resimlerseniz ne göreceğinizi sevabımıza
yazımıza ekleyiverdik.
Aynı görüntüyü Hubble
teleskopunun bakış açısından da ekledik ki, nice
hikmetler vardır anlayana bu sırda.
“Pir Sultanım faş eylemez bu sırrı
Etrafımız almış ihlasla peri
Huri midir melek midir her biri
Sanırım cennete girdim bu gece”
(PSA)
Gözleriniz hep yükseklerde olsun.
Hakir-i pür taksir,
Timur
MAVİ AY
Sevgili arkadaşlar be… (MAYIS 2007’DEN BIR YAZI)
Ay gün dolaşmaktadır
Al yanak yaşmaktadır
Şükür divâne gönlüm
Yurda kavuşmaktadır TS
2007 yılının garipliklerinden olarak bu yıl ay
dedemizi bazen göğümüz yüzünün en tepelerinde , bazen
de en alçak yörelerinde izleyip hayretler içinde
kalmakta değil miyiz ?
“Kâh çıkarım gök yüzüne seyrederim âlemi
Kâh inerim yer yüzüne seyreder âlem beni”
(Kul Nesîmi)
İngilizce dilinde, “Mavi aydaaan mavi aya” anlamına,
“Once in a blue moon” diye bir lâf vardır ki,
Türkçemiz’deki “ohoo..ölme eşeğim ölme” ya da “kırk yılda
bir”, ya da “bayramdaaan bayrama” deyişlerinin
ortalaması bir anlam içermektedir. Bu deyiş, bir ay içinde iki kez dolunay olduğu durumlar için kullanılır.
31 Mayıs 2007 saat 21:04 olduğunda gurbetteki köyümüzün
semâlarında ay dedemiz dolun olacaktır ; haberiniz ola.
Bu durum, Mayıs ayının ikinci dolun ayı olduğundan,
birincisi ise 2 Mayıs’ta görülmüş olduğundan,
ahâlimiz, ay dedemizin bu hâline “Mavi ay” demektedir
ki ,vay başımıza. Lâkin, Türkiyemiz’de ise dolun ay
saat 04:04’de olacağından, heyhat ki ne heyhat, üstelik gece
yarısından sonra ise ülkemizde Haziran ayı başlayacağından
Türkiyemiz’de ayımızın bu görünümüne katiyyen “Mavi
ay” denilebilemez.
Lâkin sakın ola tasalanmayasız; zîra Türkiyemiz’de Haziran
ayının ikinci dolun ayı 30 Haziran’da olacaktır ki
isteyenler buna “Mavi ay” diyebilirler. Ay dedenin
renginin mavi olacağı yok ya, bu laf yanlış olsa da ,
sevâbımıza ay dedemizi maviye boyayıp hizmetinize
sunayım istedim.
Bundan sonraki “Mavi ayları ise Aralık 2009 ve Ağustos
2012’de izleyeceğiz ; bizden söylemesi ki elçiye
katiyyen zevâl olmaz.
Ay mânileri : ( Dikkat : “..” Olanlar halk mânileridir)
“Ay aydın aya gider
Bir tepsi maya gider
Hayâsız yâr sevenin
Emeği zâye gider”
***
“Ay ışıktır ışıktır
Sepet dolu kaşıktır
Nene benim suçum ne
Kızın bana âşıktır”
***
“Ay ışıktır varamam
Halka kaşmer olamam
Ay buluta girince
Bağlasalar duramam”
***
“Aya bak yıldıza bak
Aklım alan kıza bak
Kız Allahın seversen
Başın kaldır bize bak”
***
“Ay doğar gediğinden
Sanırım güdüğünden
Canım ol yâre kurban
Dönmese dediğinden”
***
“Ay doğar ayazlanır
Gün doğar beyazlanır
O yar beni gördükçe
Hem güler hem nazlanır” T
***
Bir ağacın ucundan
Sarkmıştı ay vâdiye
Yârimin yanağını
Isırdım ayva diye
TS
***
Ay doğar aşmak ister
Al yanak yaşmak ister
Şu benim deli gönlüm
Yurda kavuşmak ister
TS
Gözleriniz hep yükseklerde olsun.
Hakir-i pür taksir,
Timur
GALILEO VE “EPPUR SI MUAVE”
Sevgili arkadaşlar be…:
“Pir Sultan Abdal’ım uzak yollarda
Helâk olduk yücelerde bellerde
Bir zamanda biz de gurbet ellerde
Ne yaman firkatli söyler dilimiz”
(firkatli=dostlardan ayrılmış)
Yaşımız genç iken başımıza gelmiş olan gülmeye
müstehak bir fıkrayı nakletsem gerek.
Hz.İsanın doğumu üzre 1959 yıl geçtikte, fakir Tarsus’ta
orta ikide mi ne, dolu ve kar karışımı bir rahmet
yağsın ki, Tarsus olalı katiyyen böyle bir soğuk
görülmemiş ise de , tüm çocuklar ayak topu alanına
doluşup kar-buz topu oynamaya başlamamızla, futbol sahamızı
bilen bilir, kale direkleri gayetle kavi (güçlü) timur (demir)
direklerle mücehhez olup, pırıldayaraktan öyle bir
iştah açmakta ki, bu fakir dahi dayanamayıp timur (demir) direği
yalamamızla dilimiz ossaniye direğe “cas” diyerekten
yapışıvermiş, cümle etfal (çocuklar) dahî başımıza üşüşmüş olup,
her serden (kafadan) başka bir seda (ses) çıkmakta iken, fakir ise
figan etmeye dahî namuktedir (güçsüz), direğe bir sarılmışız
ki, Mecnun’un Leyla’ya sarılması kaç para.
Bir yandan bizi çekiştirip direkten kurtarmaya çalışan çocuklara
tekme yetiştirmeye çalışmaktayız, öte yandan da
“çekiştirmeyin lan ibneler ! ” deyu ünnemekteysek de ,
dilimiz timur direğe yapışık olup katiyyen lakırdıya dönmediğinden
lafımız anlaşılmaz olup, gıcık Yusuf mu, yoksa şebek
Mümtaz mı, bu lakırdımızı “İşeyin lan ibneler” diye
anladıklarından, oracıkta af buyurun, çüklerini
çıkarıp dilimizin üzerine işemeleriyle sayelerinde
yapışıklıktan kurtulmuş idik.
Akşamın esmer yüzü ortalığı sardıkta, gül cemâlinizi
guney yönüne çevirip, parmaklarınızı birleştiresiz ve
sağ omuzunuz kulağınıza deyinceye dek kolunuzu güya
“heil Hitler” diye avazlanmaya kıyas kaldırdığınızda,
Orion (avcı) yıldız kümesi elcağızınızın altında
kaybolur ki, anlayana bu yıldız kümesinde türlü
ibretler vardır.
Orion nebulası bir yandan öbür yana 1500 ışık yılı
genişlikte olup, hidrojen bulutlarının yoğunlaşıp
toparlanmalarıyla nebulamızda yeni güneşler oluşmakta,
dahası bu yıldızlar “fusion” yöntemiyle hidrojenden,
helium, azot, oksijen,karbon vb. sıralamalarıyla,
bilinen kimyasal element şemasına göre demire kadar
tüm elementleri, oluşturmaktadır ki inanmayan
neuzibillah kafirdir.
Fakir bu görüntüyü dün gece
temaşa etmiş olup, “balık bilmezse Hâlik bilir”
kavlince yazımıza ulamış bulunmaktayız.
“Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm”
(Y. Emre)
Sultanımız dördüncü Murat han, anası cadı Kösem
Sultan’ın kışkırtması ile, baba bir ana ayrı
kardaşları Bayezid ve Süleyman’ı kemend attırıp
boğdurmuş, halka “günahtır” diye yasakladığı içki
sofrasına güzelce çöküp, anasının kendi elcağızıyla
satın aldığı cariyeler ile işret alemine oturmuş, “Bu kavli sürahi eğilip sâgara söyler, ne der ?”
(sâgar=içki kadehi) tagannileri arasında mest olduğu
bir gece, tarih 8 Eylül 1633’i göstermekteyken,
İstanbulumuz’da maazallah bir yangın çıkmıştır ki,
“aman destur ne olmakta ” demelere kalmadan garip
şehrimizin dörtte üçü bir gecede kül ve turaba (toprağa)
gark olmuş idi.
Bakın şu tesadüfün aksiliğine ki, yine tam aynı gün Hz.
Galileo, eski arkadaşı olmasına karşın, Papa olacak
rezilin mahkemesinde “sevgili dünyamız güneş
çevresinde pervane misali dönmektedir, üstelik de
güneşimiz üzerinde lekeler vardır” dediği için mahkum
olmuş, bacaklarındaki artrit sayrılığı yüzünden
yürüyemez bir halde, ve de kendi icadı gök bakıcısıyla
güneşe bakmaktan kör olduğu halde cezasını çekmeye
giderken, “Uy pen nideyim uşaklar, ha pu cötü pohlu
dünya ha bire döneyi daa..” anlamına, “eppur si muave”
diye eyittiği rivayet olunur.
Hal bu ki, Murat Han’ımız 8 Şubat 1633 gecesi güney
cihetinde semaya bakıverse idi, Hz. Galileo’nun çok sevdigi
Jüpiter (Bercis) gezegenini ve dört ayını (Callisto, Europa,Ganymede, İo) Avcı Orion’unun az bir batısında görüverecek idi. Nerede onda o feraset…
“Dört kitabın manasın
Okudum tahsil etdüm
Işka gelince gördüm
Bir uzun hece imiş”
(Yunus Emre) (Işk=ışık; aşk)
Gözleriniz hep yükseklerde olsun.
Fakir-i pür taksir
Timur
ASTRO-ART OF ROBERT FIELDS
AY JUPITER SAKLANBACI : 22 OCAK 2013
Sevgili yaran:
Dün gece ay dedemizle Jüpiter gezegeni (Bercis), tüm ahalinin hayret nidaları arasında görkemli bir saklanbaç oynadılar ki heyecan ve korkudan herkesin küreği ağzına geldi. Aksilik bu ya o sırada Michigan’da hava soğukluğu eksi 16-19 dolayında değişip Jupiterimiz’in işini iyice bir zorlaştırdı.
Saat 19:30 dolayında ay dede Bercis’in üzerini örtmeye başladı ve kısa sürede tümüyle kapattı.
Bazi kendini bilmezler, “eyvaah gitti elden güzelim Berçisimiz, tüh yüzüne ay dadee” diyerekten figan ve feryat ettilerse de, yaradana şükürler olsun ki Bercisimiz sabahın 01:30’unda , Hüda’nin bir hikmeti işte, paçayı kurtarıp “ce-e” deyip ay dedenin öteki ucundan ortaya çıktı da rahat bir nefes aldık.
Gözleruiniz hep yüksekte olsun.
(Bilgisayar görüntüleri ekte.)
TS




ZUHAL
KÖTÜ ASTRONOMİ
KÖTÜ ASTRONOMİ
NASA ve tüm astronomi uzmanları bildiklerini bizim kutsal kitaptan ve Said-i Nursi’den öğrenmişler meğerse. Gizli din mi taşıyor bu adamlar ? :)
Dünya’dan bakıldığında parlayan bir topu andıran Güneş’in çapı, 1.400.000 km’dir. Güneş hakkında bildiklerimizin çoğu, etrafa yaydığı ışığın analizine dayanmaktadır. Yaklaşık 5-6 milyar yaşında (orta yaşlı) olan Güneş’in büyük kısmını hidrojen (% 72), helyum (% 26); geri kalan kısmını (toplam % 2) oksijen, karbon, azot, alüminyum, sodyum, potasyum, bakır ve demir teşkil eder. Güneş’te bulunan elementler yerkürede de mevcuttur.
Güneş; iç kısım, dış tabaka ve Güneş atmosferi olmak üzere üç bölümde incelenir. Güneş’in dış tabakası, atmosferimizle yeryüzü arasındaki sınıra benzer; iç kısmı, dış tabakasına nazaran daha yoğundur. Güneş’in dış kısmını gözlemek mümkün iken, iç tabakalarını gözlemlemek imkânsızdır. Bu sebeple Güneş’in iç yapısı hakkındaki bilgiler, dışında cereyan eden hâdiseler hakkında toplanan verilerin yorumuna dayalıdır. Güneş’in iç kısmı; merkezî bölge, ışınım bölgesi ve konveksiyon (kuşak) bölgesi olmak üzere üç alt bölüme ayrılır.
Güneş’in maddesi, ne sıvı, ne katı, ne de gazdır; maddenin dördüncü hâli olarak kabul edilen plâzmadır. Aşırı sıcaklık sebebiyle çekirdeğin etrafındaki elektronların kopup gitmesi hâli olarak tarif edilen plâzma durumunda bulunan elementler, yüklü partiküller (elektron ve proton) hâlinde olduğundan, manyetik ve elektrikî alanlarla reaksiyona girmeye eğilimli yaratılmıştır. Plâzma formundaki iyonize gaz, Güneş’in manyetik alanını kendine doğru çeker ve onu büküp kıvırarak gerilimini artırır ve onda manyetik alan çizgileri oluşturur. Manyetik alanın güçlü olduğu bazı bölgelerde ilmeğe benzeyen manyetik alanlar, bağımsız şekilde koparak Güneş atmosferine dağılır.
Kâinattaki toplam maddenin % 99’dan fazlası plâzma hâlinde bulunur. Güneş’in çevresine dağıttığı enerji, çok derinlerinden (en merkezdeki iç bölgeden) gelir. Âdeta yüksek sıcaklıktaki fırınlara benzeyen Güneş’in merkezinde, maddenin saf enerji hâli bulunur veya buraya giren maddeler enerjiye dönüştürülür.
Merkezdeki yüksek sıcaklık altında gerçekleşen nükleer (çekirdek) reaksiyonlarla hidrojenler birleştirilerek, helyum elementi yaratılır. Nükleer füzyon isimli bu sentez reaksiyonu sırasında muazzam miktarda enerji açığa çıkarılır. Güneş’in enerji salan dış yüzeyinin toplam kapasitesi 3.86×1026 watt civarındadır. Bu enerjinin ancak metrekare başına 1368 watt’lık kısmı yerkürenin yörüngesine ulaşır. Bu enerji bizim Güneş’e baktığımızda gördüğümüz ışıktır.
Güneş’in en iç kısmı, Dünya’daki sudan 160 misli daha yoğundur. İç kısmın sıcaklığı ise 15 milyon santigrat derecedir. Güneş bu yoğunluk ve sıcaklığa sahip olarak yaratılmasaydı, sebepler plânında bu muazzam enerjinin üretildiği bir fabrika olamazdı. Güneş’in en iç kısmında ürettirilen enerji, bir üstteki ışınım bölgesine sevk edilir. Bu bölgenin böyle isimlendirilmesinin sebebi, enerjinin burada ışınımla taşınmasıdır. Güneş’in merkezinde üretilen enerji, yukarı doğru hareket ederken geçtiği bölgedeki malzemeyi de ısıtır ve dış yüzeye yakınlaştıkça ısı ve enerjide azalmalar olur. Meselâ ışınım bölgesinin bitimine gelinceye kadar, 1-2 milyon derece ısı kaybı olur. Işınım bölgesinin bittiği noktada, maddenin yoğunluğu da yerküredeki suyun yoğunluğuna eşitlenir. Enerji, Güneş’in iç kısmında ışınımla, dış kısmında ise konveksiyonla (ısı akımlarıyla) taşınır.
Güneş’i sıcak ve parlak tutan enerji kaynağı, en iç kısmında yer alan fırınlardır. Merkezdeki ısıtıcıdan uzaklaştıkça ısı azalır. Tuhaf olan durum, fotosferden (ışınım bölgesi) koronaya (en dıştaki taç kısmı) doğru gidilirken, Güneş atmosferindeki sıcaklığın düşmesi gerekirken, artmasıdır. Sıcaklık koronanın iç kısımlarında Güneş’in merkezi kısmındaki sıcaklık değerlerine yaklaşır ve sonra koronanın dış kısmında tekrar azalmaya başlar. Güneş’in merkezinden dış yüzeye doğru devam eden soğuma, bu bölgede kesilerek tekrar 100.000 dereceden 1-5 milyon dereceye yükselmektedir. Bilim adamları korona tabakasının bu kadar aşırı seviyede ısıtılmasında rol alan hâdiselerin ne olduğunu henüz anlamış değiller. Bilinen şey, Güneş’in dış tabakasının çok fırtınalı olduğudur Tencerede kaynayan suyun davranışıyla Güneş’in dış yüzeyindekiler birbirine benzerdir. Güneş’in bu tabakasına konveksiyon bölgesi denir. Koronadaki manyetik alan, konveksiyon bölgesine tutunmuştur. Konveksiyon bölgesindeki gaz basıncı, manyetik alan basıncına nazaran daha fazladır. Bundan dolayı, manyetik alan, gazın türbülans hareketleriyle içeri doğru çekilir ve bükülür. Bu hareketler, koronaya doğru manyetik alan çizgilerinin büyümesinde vazifelidir. Koronada ise manyetik alan basıncı, gaz basıncından daha fazladır. Manyetik alana taşınan fazla enerji muhtemelen koronadaki plâzmaya transfer edilir. Hidromanyetik dalgalar hâlindeki enerji, koronada sıkıştırılarak ısıya dönüştürülebilir. Ancak manyetik alandaki enerjinin koronada ısıya nasıl dönüştürüldüğü tam olarak bilinmiyor. Şu anda enerjinin koronaya transferi ve depolanmasının mekanizmalarının anlaşılması en sıcak araştırma konularındandır.
Güneş’in iç kısmının son tabakası olan konveksiyon bölgesinde, madde ısındığından genişlemeye ve yüzeye doğru yükselmeye başlar. Dış tabakaya doğru çıktıkça soğur, daha yoğun hâle gelir, sonra plâzma hâlindeki madde, tekrar geriye döner; yükselme ve batma şeklindeki bu çevrim hareketi ‘konveksiyon’ olarak adlandırılır. Bu hareket, enerjinin konveksiyon bölgesinin tabanından tavanına doğru taşınmasına vesile olur. Tavana yaklaşan madde burada nispeten soğuyup yoğunlaşırken, enerjisini de çevresine dağıtır. Konveksiyon bölgesinde, plâzma formunda bulunan maddenin çıkma ve inme hareketi, tencerede fokur fokur kaynayan suyun hareketine çok benzeyen bir devr-i dâim hareketidir. Bu hareketler Güneş’in dış kısmında güçlü manyetik sahaların teşekkülüne sebep olur.
Koronadaki aşırı sıcak gaz, Güneş’ten giderek uzaklaşır. Bu sıcak gaz kitlesi gezegenlere doğru yelken açtığında ise bu sıcak gaz kitlesi, Güneş rüzgârı adını alır. Güneş rüzgârları, gezegenlerin iklimlerinde değişiklikler için vazifelendirilmiş memurlar gibi çalıştırılır. Güneş atmosferindeki bu aktiviteler, kar ve yağmur taşıyan atmosferik hava akımlarına sebep olur. Güneş’in dış kısmında güçlü manyetik alanlar nispeten az iken, Güneş atmosferinde güçlü manyetik alanlar çok fazladır. Güneş’in manyetik alanıyla, gezegenler arası manyetik alan şekillendirilir. Taç kısmından saniyede 2.000 km hızla fışkırtılarak uzaklaştırılan maddelerle 10 milyar ton plâzma da taşınır. Saniyede 100 ila 1.000 km hızla yol aldıklarından, bunların yeryüzüne ulaşması birkaç gün sürebilir. Güneş patlamaları, ışık hızında hareket ettiğinden 8 dakikada yerküreye ulaşır. Eğer koronal madde fışkırmaları Dünya atmosferine ulaşırlarsa, jeomanyetik fırtınaların meydana gelmesini tetikleyebilir. Auralar (kutup bölgelerinde çok açık görülen ışımalar) koronal madde fışkırmalarıyla bağlantılı atmosferik hâdiselerdir. Büyük ölçekli jeomanyetik fırtınalar, elektrik kesintilerine ve haberleşme uydularında zararlara yol açabilir.
Astronomlar, Güneş’ten çıkan X ışınımlarını kaydederken, doktorlar da hastalarının ağrılarının şiddetlendiği saat ve günleri kaydetmişlerdir. Güneş patlamalarının yoğunluğu ile migrenli kişilerin ağrılarının çoğalması arasında güçlü münasebetler bulunmuştur. Ancak bu münasebet istatistikî olarak mânâlı olsa bile, bunun biyolojik açıdan bir değer ifade edip etmediğinin anlaşılması için, daha fazla ve kontrollü çalışmaların yapılması gerekir.
Güneş’in atmosferinde manyetik enerjinin depolanması ve âni patlamaya benzer şekilde fışkırması, Güneş parlamalarına yol açar. Güneş’in atmosferindeki manyetik enerji, âniden serbest bırakılırsa, Güneş parlamaları oluşur. Patlama esnasında bütün elektromanyetik spektrumu kapsayan radyasyon neşredilir. Bir patlama anında serbest bırakılan enerji miktarı, yaklaşık aynı anda patlatılan 100 megaton hidrojen bombasına eşittir. Tek bir hidrojen bombasının bile yeryüzünü kasıp kavuracağını düşündüğümüzde, Güneş’i en uygun mesafeye yerleştirerek bizleri hem yanmaktan, hem de donmaktan koruyan Kudreti Sonsuz’a ne kadar şükretsek azdır.
Büyük parlamalar, saniyede 1027 erg enerji açığa çıkarır. Bu enerji miktarı tek bir volkanik patlamadan açığa çıkan enerjiden 10 milyon defa daha fazladır.
Güneş’te manyetik alanın üretildiği sistem, yerküredeki bazı değişikliklerin de sebebi olabilmektedir. Meselâ 1500-1850 yılları arasında Güneş aktiviteleri azaldığında veya durduğunda yeryüzünde düşük sıcaklıklar (küçük buz çağı) kaydedilmiştir. Bir teoriye göre buz çağında da Güneş aktiviteleri devam etmiştir. Dolayısıyla yeryüzündeki iklimlerin ayarlanmasında Güneş’in faaliyetleri Emr-i İlâhî ile vazife görür. Kuzey Kutbu’nun üzerinde 10 km yukarıda (Troposfer/Stratosfer sınırında) yapılan ölçümlerle tespit edilen sıcaklık farklılıklarının, 11 yıllık Güneş lekesi patlamalarının devr-i dâimiyle alâkalı olduğu tespit edilmiştir. Kutup bölgesinin üstünde stratosfer sıcaklığı, Ekvator’un üzerinde stratosferik rüzgârların esmesine bağlı olarak Güneş aktif olduğu zaman nispeten daha az soğuk olur. Ancak burada rol verilen fizikî mekanizmalar henüz aydınlatılamamıştır.
Gezegenler Güneş’e nasıl bağlıdırlar?
Bu mevzuda iki hipotez vardır: Bunlardan biri, gezegenlerin Güneş etrafında belli yörüngelerde dolanmalarını, çekim tesirinden ziyade ortak kütle etrafında harekete dayalı açıklarken; diğeri de Güneş’in iç kısmında devr-i dâimler şeklinde yaratılan manyetik alan kuvvetlerinin, gezegenler arası çekim kuvvetinin teşekkülünde önemli olduğunu söyler. Hipotezler arasındaki fark, sebepler açısından yörüngelerin yapısından kaynaklanmaktadır. Dâirevî yörüngeler çekim kuvvetiyle oluşturulurken, elipsoid yörüngeler ortak kütle hareketi olunca ortaya çıkarılmaktadır. Dolayısıyla gezegenlerin Güneş’in etrafında tutulabilmesinde, hem ortak kütle hareketine, hem de Güneş’in iç kısmındaki salınımı andıran madde devr-i dâimlerine ve üretilen manyetik alanlara rol verilmesi daha mâkûl bir açıklamadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Güneş ve gökyüzü hakkında ufuk açıcı ve tefekküre sevkedici çok sayıda âyet vardır. Bunlardan biri; “Güneş de kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider.” âyetidir (Yasin, 36-38). Bediüzzaman (ra), bu âyetten her insan tabakasının farklı şeyler anlayabileceğine işaret ederek, şâirâne bir fikir ve kalb sahibi olan kişiye, yukarıdaki âyetin şöyle bir mânâyı hatırlatacağını belirtir: “Güneş nûranî bir ağaçtır. Gezegenler onun hareket eden meyveleridir. Ağaçların hilâfına olarak Güneş silkinir, tâ o meyveler düşmesin. Eğer silkinmezse düşüp dağılacaklar.” Bediüzzaman (ra) bir başka yerde de şöyle der: “Evet Güneş bir meyvedâr ağaçtır; silkinir tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese, cezbe kaçar. Ağlar, fezâda muntazam meczupları.” Bediüzzaman’ın (ra) Güneş’in merkezinde cereyan eden hâdiseleri, Kur’ân’dan aldığı feyizle bu şekilde bir benzetmeyle anlatması ve bunun yukarıdaki ilmî açıklamalarla da doğrulanması, Kur’ân-ı Kerîm’in mu’cizevî olduğuna başka bir delildir.
Güneş yaklaşık her 27 günde bir kendi ekseni etrafındaki dönmesini tamamlar. Güneş lekelerinin aktif bölgeleri, Güneş’in Dünya’ya bakan yönünde olduğu zaman gözlenebilir. Güneş’in hareketi ilginç bir yörünge oluşturmaktadır. Güneş’in dış kısmı, katı bir yapı olmadığı hâlde (gaz ve plâzma hâlinde) dış tabakası farklı enlemlerde farklı dönme hızlarına sahiptir. Meselâ, Ekvator’a yakın bölgelerde daha hızlı dönerken, kutuplarda daha yavaş dönmektedir. Son yıllarda bilim adamları Güneş’ten gelen sinyalleri almada akustik detektörleri kullanmaya başladılar. Güneş’in merkezinden gelen gürültünün sürekli izlendiği akustik dedektörler, bu gürültünün Güneş yüzeyinde yol açtığı inme ve çıkma şeklindeki dalga hareketlerinin anlaşılmasında kullanılmaktadır. Bilim adamları şişe içindeki suda ve yağ, sirke gibi tabakalanma oluşturan maddeleri ihtiva eden ortamlarda ses dalgalarının nasıl davrandığını anlamaya çalışmakta ve Güneş’teki hâdiselerle benzerlikler kurarak Güneş’in iç kısmının yapısını deşifre etmeye çalışmaktadırlar. Güneş’in merkezindeki hâdiselerle bağlantılı ses dalgaları, yayın ileri-geri gitmesi gibi titreşir. Ve hususî akustik dedektörlerle yapılan bu ölçümler, Güneş’in iç kısmındaki devr-i dâimleri yansıtır. Güneş’in iç kısımlarından gelen ses, yukarı doğru hareket ederken, manyetik dalgalara dönüştürülmektedir. Manyetik dalgalar, önce yukarı (Güneş atmosferine doğru) sonra da aşağı doğru (Güneş’in en iç kısmına) bir salınım şeklinde sürekli hareket etmektedir. Havuzdaki suyun dalga titreşimleri yapmasına veya yay gibi salınıp büzülmeye benzer şekilde, Güneş’in içinde ve merkezinde olan hareketler ritmik motifler sergiler. Güneş’in en iç merkezinden gelen çok küçük frekanstaki ses dalgalarını ölçen Steven Tomczyk (1994) Güneş’in en iç kısmının Dünya’nın dönme hareketine benzer şekilde döndüğünü buldu. Açarsak, Güneş’in dış kısmındaki hareketin aksine, iç kısmındaki dönmenin, enleme ve derinliğe bağlı olmaksızın gerçekleştirildiğini ve titreşim yaptığını buldu. Bediüzzaman (ra) Kur’ân-ı Kerîm’de Güneş’le ilgili âyetteki ‘limüstekar’ kelimesinin mânâsını açıklarken bu dönme hareketine şöyle atıfta bulunur:
“Sâni-i Hakîm işlerine, görünen sebepleri perde ettiğinden çekim kanunu nâmında bir İlâhî kanunla sapan taşları gibi, gezegenleri Güneş’le bağlamış ve o çekimle, muhtelif fakat muntazam hareketle, o gezegenleri hikmet dairesinde döndürüyor. Ve o çekimi doğurmak için Güneş’in kendi merkezinde hareketini, buna zâhirî bir sebep etmiş. Yani ‘limüstekar’ kelimesinin mânâsı, kendi hareketi içinde, manzumesinin (bütün bir Güneş sistemi) istikrarı ve nizamı için hareket ediyor. Çünkü “hareket harareti, hararet kuvveti, kuvvet cazibeyi (çekimi) zâhiren tevlid eder (doğurur) gibi bir İlâhî adet ve Rabbanî bir kanundur.” (25. Söz)
Güneş’in sürekli belli aralıklarla çalan bir zile benzetilebileceğini ifade eden bazı astronomlar, Güneş’in iç ve dış kısmında meydana gelen devr-i dâimlerin, buradaki manyetik alanların, çekim kuvvetinin ve Güneş’in ortak kütle merkezinin teşekkülünde rol oynadığını belirtmektedirler. Bütün bu faktörlerin biribirleriyle münasebetleri neticesinde, gezegenlerin Güneş etrafında dönerek (sebepler açısından saçılıp savrulmadan) tutulabilmesinin nasıl olduğunu açıklamak mümkün hâle gelmektedir.
Her sabah ufkumuzda doğmasını beklediğimiz bu devasa yıldızın varoluşu ve bunun kontrollü bir şekilde devam edişi biz ne kadar ülfetten dolayı dikkat etmesek de üzerinde derin derin düşünmemizi gerektirecek ölçüde ciddi bir hakikattir. Güneş bizim için bu kadar hayatî iken, onun üzerinde en küçük bir tasarrufumuzun bile olmayışı, bu ateş topunun ne büyük bir iradenin emrinde insana hizmet ettirildiğini açıkça gösteriyor.
Kaynaklar
– Nursi S, (1996), Kaynaklı İndeksli Lûgatlı Risale-i Nur Külliyatı, 25. Söz, Nesil Basım-Yayın, İstanbul, Sh: 75-176.
– Ayvaz M, (1983), Güneş: Bitmeyen Bir Enerji Kaynağı, Sızıntı Dergisi, C: 5, S: 57, Sh: 338-339.
– Çelik T, (1986), Güneş’in Son Sırları, Sızıntı Dergisi, C: 8, S: 85, Sh: 14-16.
MOON & JUPITER
AY DEDE
AY DEDE SUBAT 2012
“HORSEHEAD” BY ROBERT FIELDS
“HORSEHEAD” IN HYDROGEN ALPHA BY ROBERT FIELDS
You must be logged in to post a comment.