GÖK TAŞLARI GÖZ YAŞLARI (Fikir uçuşmaları)

ESEK

“Ey sözlerin aslın bilen, söyle bu söz kimden gelir                                                            Söz aslını anlamayan sanır bu söz benden gelir

Swift-Tuttle adlı kuyruklu gök taşı, (“kuyruklu yıldız !?”)güneş sistemimize her 130 yılda bir girip eteğinden bol miktarda taş toprak döker ve bu taşlar ise kuyruklunun geçtiği yolda uzayda asılı kalır. Sevgili dünyamız ise bu mezbelelik içinden, her Ağustos ayında zorunlu olarak geçerken, gök yüzümüzde nice “yıldız kaymaları” olur, ahalimiz ise bu kaymalara bakıp nice niyetler tutmaktadırlar.
Öte yandan, Swift-Tuttle kuyruklusu en son 1992 yılında yakınımızdan geçmiş olup, bir sonraki geçişi 2122 yılında olacağından bizlerin bu geçişi göreceğimiz gayetle şüphelidir. Bu nedenle, kuyruklunun 1992 ziyaretinde gürüntülenmiş güzel bir pozunu sevabımıza yazımıza eklemiş bulunmaktayız.

“Şu kanlı zâlimin ettiği işler
Garip bülbül gibi zâreler beni
Yağmur gibi yağar başıma taşlar
Dostun bir fiskesi pâreler beni” 

Yeri gelmişken, ibret alalım diye olmuş bir olayı anlatsam

                                                                      

“Yıldız kaymalarının” (!) başlangıcı, 11 Ağustos gece yarısına doğru başlayıp, 12 Ağustos sabahı şâhikasına erişecektir. Yer yüzünde bulunduğumuz nokta, dünyamızın güneş yörüngesinde GİDİŞ YÖNÜNE  sabaha karşı döndüğünden, güneşin doğuşuna yaklaştıgımız alaca karanlıkta mateor yağmuru giderek hızlanır. Bu nedenle en görkemli meteor yağmuru gün ağarmadan hemen önce görünür. Arkası yatmalı bir sandalyeye kurulup, gül cemâlinizi kuzey-kuzeydoğu yönüne çevirip “yıldız kaymaları” cümbüşünü izleyebilirsiniz.
Sakın ola korkmayasınız, kafanıza taş maş düşecek değildir. Gök taşlarının hemen hepsi, kum tanesi ile leblebi büyüklüğü arasında olup, yer yüzüne düşmeden yanıp kül olur.

“Dar günümde dost düşmanım bell’oldu
On derdim var ise simdi ell’oldu
Ecel fermanı boynum takıldı
Gerek asa gerek vuralar beni”

11 Ağustos gecesi saat 11: 30’dan sonra, fakat ille de sabaha karşı, arkası yatmalı ayak uzatmalı sandalyenize uzanıp, kuzey-kuzeydoğu yönüne doğru bakarsanız, Perseides yıldız kümesi yönünden fışkıran gök taşlarının nasıl göz yaşlarına dönüştüğünü izler de şaşar kalırsınız. Saatler ilerledikçe, özellikle gece yarısından sonra, havada uçan ışıklar bir senfoni kreşendosu gibi giderek artacak, izleyenlerde ısırılmadık parmak bırakmıyacaktır.

“Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz
Hak’tan emrolmazsa irahmet yağmaz
Şu ellerin taşı hiç bana değmez                                                                                                           İlle dostun gülü yâreler beni”                                                                                                           (Pir Sultan Abdal)

Hz. İsa’nın doğumu sonrası sevgili dünyamız güneş çevresinde 258 kez pervane olup, 10 Ağustos tarihine gelince, Roma’lı alçaklar, Lawrence adlı azizi, yetimlerin ve de yoksulların parasını Romalı’lara yedirmediği için ızgara ocağında kızartarak öldürmüşlerdi.                                                                                                                                                     

“Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz
Hak’tan emrolmazsa irahmet yağmaz
Şu ellerin taşı hiç bana değmez                                                                                                           İlle dostun gülü yâreler beni”                                                                                                           (Pir Sultan Abdal         

Aziz Lawrence ızgarada kızararaktan yana dursun, aradan henüz 1750 yıl bile geçmeden aynı kilisenin en başı, Papa John Paul rezili, erkek çocukların ırzına geçen papazların ayıbını örtbas için, yoksullar için toplanan 400 milyon doları utanmadan sus payı olarak dağıtacaktır ki, lâhavlenin böylesi de ancak AB’ye yakışır?

Aziz Lawrence’in kızartıldığı 10 Ağustos 258 gecesi, gök yüzümüzün Perseides  yıldız kümesi yönünden fışkırarak atmosferimize giren gök taşları ise öyle bir gösteri sunmuşlar idi ki, bakan oğlunun düğünündeki havâi fişekler kaç para.O zamandan beridir bu gök taşı gösterisine “Saint Lawrece’in göz yaşları” denir ve de, doğrusu pek de yakışmaktadır.
Bu yıl, sevgili dünyamız, 130 yılda bir güneş sistemize giren Swift-Tuttle kuyruklu yıldızının döktüğü taşların içine her ne kadar 24 Temmuz’da girmeye başlamışsa da, gök taşlarının en yoğun görkemi 12 Ağustos gecesi-13 Ağustos sabahı olacaktır ki, biz insanlığımızı yapıp duyuralım da gerisi size kalmış.

                                                                                                                                                       Gözleriniz hep yükseklerde olsun,

Fakir-i pür taksîr
Dr. Timur Sumer

AŞAĞIDA ;
1. AZİZ LAWRENCE’İN KIZARTİLDİĞİ IZGARA OCAĞI (ROMA’DA SERGİLENİYOR.)
2. SWİFT-TUTTLE KUYRUKLUSUNUN 1992’DE ÇEKİLMİŞ GÖRÜNTÜSÜ                  3. PERSEID GÖK TAŞLARININ SEMATİK GÖRÜNÜŞÜ

St. Lawrence izgarasi RomaSwift-Tuttle 1992-2Nereya bakilacak

GALILEO VE “EPPUR SI MUAVE”

                                            Hz. Galileo Galilei (15 Şubat 1564-8 Ocak 1642)

“Pir Sultan Abdal’ım uzak yollarda                                                                                         Helâk olduk yücelerde bellerde
Bir zamanda biz de gurbet ellerde
Ne yaman firkatli söyler dilimiz”
(firkatli=dostlardan ayrılmış)

Yaşımız genç iken başımıza gelmiş olan gülmeye
müstehak bir fıkrayı nakletsem gerek.
Hz.İsanın doğumu üzre 1959 yıl geçtikte, fakir Tarsus’ta
orta ikide mi ne, dolu ve kar karışımı bir rahmet
yağsın ki, Tarsus olalı katiyyen böyle bir soğuk
görülmemiş ise de , tüm çocuklar ayak topu alanına
doluşup kar-buz topu oynamaya başlamamızla, futbol sahamızı
bilen bilir, kale direkleri gayetle güçlü timur (demir)
direklerle donatılmış olup, pırıldayaraktan öyle bir
iştah açmakta ki, bu fakir dahi dayanamayıp timur (demir) direği
yalamamızla dilimiz ossaniye direğe “cas” diyerekten
yapışıvermiş, cümle etfâl (çocuklar) başımıza üşüşmüş olup,
her serden (kafadan) başka bir seda (ses) çıkmakta iken, fakir ise
feryat ve figân etmeye gücümüz yetmeyip, direğe bir sarılmışız
ki, Mecnun’un Leyla’ya sarılması kaç para.
Bir yandan bizi çekiştirip direkten kurtarmaya çalışan çocuklara
tekme yetiştirmeye çalışmaktayız, öte yandan da
“çekiştirmeyin lan ibneler ! ” deyû ünnemekteysek de ,
dilimiz timur direğe yapışık olduğundan lâfımız katiyyen anlaşılmayıp, gıcık Yusuf mu, yoksa rahmetli şebek Mümtaz mı, yoksa rahmetli deli Münir mi bu lâkırdımızı “İşeyin lan ibneler” diye anladıklarından, oracıkta af buyurun, çüklerini çıkarıp dilimizin üzerine işemeleriyle sayelerinde
yapışıklıktan kurtulmuş idik.

Amerikalıların Dörtte Biri Dünya’nın Güneş Etrafında Döndüğünü Bilmiyor.
Türklerin yüzde kaçı biliyor acaba?


Akşamın esmer yüzü ortalığı sardıkta, gül cemâlinizi

güney yönüne çevirip, parmaklarınızı birleştiresiz ve
sağ omuzunuz kulağınıza deyinceye dek kolunuzu, benzetmek gibi olmasın,  güya “heil Hitler” diye avazlanmaya kıyas kaldırdığınızda,
Orion (avcı) yıldız kümesi elcağızınızın altında
kaybolur ki, anlayana nice ibretler vardır.
Orion nebulası bir yandan öbür yana 1500 ışık yılı
genişlikte olup, hidrojen bulutlarının yoğunlaşıp
toparlanmalarıyla nebulamızda yeni güneşler oluşmakta,
dahası bu yıldızlar “fusion” yöntemiyle hidrojenden,
helium, azot, oksijen,karbon vb. sıralamalarıyla,
bilinen kimyasal element şemasına göre demire kadar
tüm elementleri, oluşturmaktadır ki inanmayan
neuzibillah kafirdir.
Fakir bu görüntüyü dün gece gözlemiş olup, “balık bilmezse Hâlik bilir”
kavlince yazımıza ulamış bulunmaktayız.

“Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm”
(Y. Emre)

Sultanımız dördüncü Murat han, anası cadı Kösem
Sultan’ın kışkırtması ile, baba bir ana ayrı
kardaşları Bayezid ve Süleyman’ı kemend attırıp
boğdurmuş, halka “günahtır” diye yasakladığı içki
sofrasına güzelce çöküp, anasının kendi elcağızıyla
satın aldığı cariyeler ile işret alemine oturmuş,                                                                                                    “Bu kavli sürahi eğilip sâgara söyler, ne der ?”

(sâgar=içki kadehi) tagannileri arasında mest olduğu
bir gece, tarih 8 Eylül 1633’i göstermekteyken,
İstanbulumuz’da maazallah bir yangın çıkmıştır ki,
“aman destur ne olmakta ” demelere kalmadan garip
şehrimizin dörtte üçü bir gecede kül ve turaba (toprağa)
gark olmuş idi.
Bakın şu tesadüfün aksiliğine ki, yine tam aynı yılın aynı günü
Hz. Galileo, eski arkadaşı olmasına karşın, Papa olacak
rezilin mahkemesinde “sevgili dünyamız güneş
çevresinde pervane misali dönmektedir, üstelik de
güneşimiz üzerinde lekeler vardır” dediği için mahkum
olmuş, bacaklarındaki artrit sayrılığı yüzünden
yürüyemez bir halde, ve de kendi icadı gök bakıcısıyla
güneşe bakmaktan kör olduğu halde cezasını çekmeye
giderken, “Uy pen nideyim uşaklar, ha pu cötü pohlu
dünya güneşimiz çevresinde ha bire döneyi daa..” anlamına, “eppur si muave”
dediği rivâyet olunur.
Hâl bu ki, Murat Han’ımız 8 Şubat 1633 gecesi güney
yönünde semâya bakıverse idi, Hz. Galileo’nun çok sevdiği
Jüpiter (Bercis) gezegenini ve dört ayını (Callisto, Europa,Ganymede, İo) Avcı Orion’unun az bir batısında görüverecek idi. Nerede onda o feraset…

“Dört kitabın manâsın
Okudum tahsîl etdüm
Işka gelince gördüm
Bir uzun hece imiş”
(Yunus Emre) (Işk=ışık; aşk)

Gözleriniz hep yükseklerde olsun.
Fakir-i pür taksir
Dr. Timur Sümer

Aşağıda fakirin görüntülediği Orion takımadası , Orion’un bilgisayar şeması, ve Orion nebulasının yakın ve uzak görüntüsü, bâd-ı hevâ (“bedava”) hizmetinize sunulmuştur.

Avci 2 Avci 3 Avci 4

SAMÂH VE UZUN GECE

(Şeb-i yelda)

“SEN SEN OLDUKÇA SAMÂH ETMEKTEYİM ÇEVRENDE
BEN SEN OLDUKÇA ÇEVREMDE DÖNÜP DURMAKTAYIM”
(MEVLÂNA)

“BÜTÜN EVREN SAMÂH DÖNER”                                                                                (Aşık Mahzûni Şerif)

TUNÇ TEZEL’DEN MUHTEŞEM BİR GÖRÜNTÜ : AYDIN KİRAZLI KÖYÜNDEN. (Sayın Tunç Tezel’in izniyle) (“In this snapshot of the DECEMBER SOLSTICE EVENING SKY from the village of Kirazlı Türkiye.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da, 21 Aralık tarihinde en
uzun gecemizin ( ŞEB-İ YELDA) ardından günler uzamaya başlıyacaktır ki, bu duruma, “GÜN DÖNÜMÜ” ya da “SOLSTICE” denir.

Kapı çalınınca evin hanımı kapının arkasından “Kim ooo ?” diye sorar.
Cevap, “Camcı be yâv”
“Girin içeriye, kırık cam üst katta” der kadın.
Aradan on onbeş dakika geçince yine kapı çalınır. “Kim ooo ?” yine diye sorar kadın.
“Camcı be yâv” diye cevap gelir.
“Beni kandıramazsın” der kadın. “Camcı biraz önce geldi yukarıda çalışıyor”
Kapı arkasından ses, “Düştüm be yâv”

Sevgili dünyamızın ekvatorunda ayakta dikilen bir insan, dünyamızın ekseninde dönmesi nedeniyle oluşan merkezkaç gücüyle ağırlığının yüzde biri kadar hafifler ki, bu nedenle, kilo kaybetmenin en kolay yöntemi hâliyle, ekvatora gitmektir. 

Üstelik bu şanslı kişi, 40,000 kilometrelik dünyamız çevresini, sanki eğlence parkında atlı karıncaya binmiş gibi, hem de başı dönmeden, midesi bulanmadan, saniyede 460 metre hızla dönmektedir.

TRİFİD bulutsusunun arkadaşımız Jeff
Thrush tarafından çekimiş bir görüntüsünü, ve de yeri gelmişken Jeff’in görüntülediği,
BUBBLE (köpük), SNAKE (yılan) ve WITCH HEAD (cadı kafası) bulutsularını yazımıza eklemekteyiz; güle güle kullanın.

“BU SIRRA MÜNKİRLER EREMEZ
DOST YÜZÜNÜ KÖRLER GÖREMEZ
ÇARK-I FELEK DÖNER DURMAZ
YA BEN NİCE DÖNMEYEYİM”

Dünyamız ise güneşimiz çevresinde saniyede 29.85 km hızla döndüğünden, ve de biz fâniler dünyamız üzerine süvâr (binmiş) olduğumuzdan ister istemez aynı hızla eğlence parkındaki dönme dolaba kıyas, güneşimiz çevresinde samah etmekteyiz. (Dönmekteyiz)

“AŞK ODU YÜREKTE YANAR
BENİ GÖREN MECNUN SANAR
GÖK YÜZÜNDE AY GÜN DÖNER
YA BEN NİCE DÖNMEYEYİM”

Bu arada sevgili güneş sistemimiz, hâliyle de sevgili dünyamız, “Samanyolu” adlı galaksimizin dördüncü koluna

binmiş olaraktan saniyede 217 km hızla bir dönüşü 280 milyon sene süren SAMANYOLU SAMÂHINA katılmış durumdadır.

SEYYİD NİZAMOĞLU TEK DUR
MÜNÂFIĞIN İŞİ SEKDİR
EVVEL ÂHİR DÖNMEK HAKTIR
YA BEN NİCE DÖNMEYEYİM”
(Âşık Seyyid Nizamoğlu; 17. yüzyıl)

Amanın ha aklınıza mukayyet olun; zira tüm bu dönüşler olur iken, Samanyolumuz ise saniyede 3800 km bir hızla uzayın derununda bilinmedik bir yöne doğru başını
almış gitmektedir ki ne AB, ne AKP ne PKK ne de alfabenin diğer dizilişleri umurunda. Gözleriniz yükseklerde olsun.

FPT Dr. Timur Sümer

TRIFID
YILAN (Snake)
KÖPÜK (Buble)
CADI (Witch)

ENGLISH TRANSLATION (Google)

SAMAH AND THE LONG NIGHT

(Shab-e Yalda)

“AS LONG AS YOU ARE YOU, I AM PERFORMING SAMAH AROUND YOU

AS LONG AS I AM ME, I AM TURNING AROUND YOU”

(RUMI)

“THE ENTIRE UNIVERSE DANCES THE SAMAH” (Aşık Mahzûni Şerif)

A MAGNIFICENT IMAGE FROM TUNÇ TEZEL: FROM AYDIN ​​KIRAZLI VILLAGE. (With permission from Mr. Tunç Tezel) (“This is a snapshot of the DECEMBER SOLSTICE EVENING SKY from Kirazlı village in Türkiye.

As every year, on December 21st, after our longest night (SHAB-I YELDA), the days will begin to lengthen, a phenomenon called the “SOLSTICE” or “DAY TURN.”

When the door is knocked, the lady of the house asks from behind the door, “Who is it?”

The answer is, “It’s the glazier maam”

“Come in, the broken glass is upstairs,” says the woman.

Fifteen minutes later, the door is knocked again. “Who is it?” the woman asks again.

“It’s the glazier, maam” comes the answer.

“You can’t fool me,” says the woman. “The glazier just came and is working upstairs.”

Then the voice from behind the door says, “I fell, maam”

A person standing on the equator of our beloved world becomes lighter by one percent of their weight due to the centrifugal force created during the development process of our world; therefore, the easiest way to lose weight is to go to the equator.

In total, a person going to this country travels around the 40,000-kilometer circumference of our world, as if riding a carousel in an amusement park, without getting dizzy or nauseous, rotating at a speed of 460 meters per second.

When the Trifid Nebula is combined with the image taken by our friend Jeff Thrush, the place Jeff photographed comes into view.

We are adding the BUBBLE, SNAKE, and WITCH HEAD nebulae to our article; enjoy.

“THOSE WHO DENY THIS SECRET CANNOT REACH IT

THE BLIND CANNOT SEE THE FACE OF THE FRIEND” “HE CANNOT SEE

THE WHEEL OF FORTUNE TURNS WITHOUT STOPPING

HOW CAN I NOT TURN?”

Our world grows at a speed of 29.85 km/s around our sun, and we mortals, riding on our world, are doing the same around our sun, like a Ferris wheel in an amusement park, at the same speed. (We are turning.)

“THE FIRE OF LOVE BURNS IN MY HEART

THOSE WHO SEE ME THINK I AM MAD

THE MOON AND SUN TURN IN THE SKY

HOW CAN I NOT TURN?”

Meanwhile, our beloved solar system, and therefore our beloved world, is riding on the fourth arm of our galaxy called the “Milky Way,” at a speed of 217 km/s, participating in the Milky Way’s cosmic dance, which takes 280 million years for one rotation.

“SEYİD NİZAMOĞLU STANDS ALONE

THE WORK OF THE HYPOCRITE IS TO STUMBLE

TURNING IS RIGHT, FROM BEGINNING TO END

HOW CAN I NOT TURN?”

(Aşık Seyyid Nizamoğlu; 17th century)

Oh, be careful with your minds; because while all these rotations are happening, our Milky Way is moving at a speed of 3800 km/s towards an unknown direction in the depths of space,

not caring about the EU, AKP, PKK, or any other arrangement of the alphabet. Keep your eyes on the heavens.

FPT Dr. Timur Sümer

ÖĞRETMENİM VE SAAT

Şifre hatırlatmaları soruları içinde sıklıkla raslanan, “En çok etkilendiğiniz öğretmeninizin adı nedir ?” sorusuna yanıtım her zaman, ilkokul öğretmenim “Ahmet Yener olmuştur. Herkes gibi ben de hayatın en önemli bilgilerini ilkokulda öğrendim : dört aritmetik işlemi, yere tükürmemeyi, yere çöp atmamayı, kızların saçını çekmemeyi, herkesin içinde burnumu karıştırmamayı, gaz çıkarmamayı, adil olmayı, gerekmedikçe küfür etmemeyi, yalan söylememeyi, “Yurdumu milletimi özümden çok sevmeyi”, Atatürk’ü sevmeyi ve saymayı, Cumhuriyeti korumamız gerektiğini , yere düşmüş ekmek görünce öpüp başa dokundurmayı ve yüksek bir yere koymayı, daha neleri de neleri… Ömrüm süresince bu bilgilerin çoğunu tümüyle, bazılarını da kısmen uyguluyabilmişimdir. Özellikle kızların saçını çekmeme kuralında epey zorlandığımı hatırlıyorum. Bu önemli bilgileri bana sevgili öğretmenim rahmetli Ahmet Yener öğretmişti.

ÖĞRETMENİM AHMET YENER

Mersin ilinin Tarsus ilçesinde, sınavla alınan özel Amerikan Lisesi’ne (TAC) öğrenci kabul ettirebilmek, ilk okul öğretmenleri için bir başarı ölçüsüdür. Sayın Ahmet Yener hocamın sınıfından bizim mezun olduğumuz yıl, sanıyorum altı öğrenci bu okula girmiştir. (Ergül, Bülent, Kemali,İrfan, Uğur,Timur) O yıl Tarsus’taki oniki ilkokuldan toplam dokuz öğrencinin bu okula girdiği göz önüne alınırsa, Ahmet hocamın başarısı belki de tüm yılların en büyük başarısıdır.
Öğretmenler gününde, başta sevgili öğretmenim Ahmet Yener olmak üzere tüm öğretmenleri sevgi ve saygıyla anıyorum.


                                                  **

Genç adam orta yaşlı adama yaklaştı : 
“Hocam siz benim ilkokulda öğretmenim idiniz. Acaba beni hatırladınız mı ?”
Emekli öğretmen, “Nasıl hatırlayayım evlâdim. Yarım asıra yakın öğretmenliğimde senin gibi yüzlercesini okuttum. Üstelik büyüyünce haliyle çok değişiyorsunuz.“ 
“Beni hatırlarsınız sanmıştım hocam. Bana verdiğiniz unutamıyacağım dersi siz de unutmazsınız sanmıştım”
“ Hayır ola oğlum, ne idi o unutamıyacağım ders ?” diye sordu öğretmen.
“Bir cahillik ve aymazlık anımda bir arkadaşımın kıymetli bir saatini çalmıştım.  
Arkadaşım size şikayet edince, siz sınıftan yüzleri duvara dönük ve gözleri kapalı olarak ayakta durmamızı istemiştiniz. Bütün sınıf arkadaşlarım gözlerimiz kapalı duvar önünde dururken teker teker hepimizin ceplerini yoklamış, ortalarda dikilen benim cebimdeki saati bulmuş, fakat aramaya devam ederek bütün çocukların ceplerini yoklamayı sürdürmüştünüz. Saati sahibine verdikten sonra da derse devam etmiştiniz. 
Saati benim cebimde bulmanıza rağmen bunu arkadaşlarıma duyurmamış, sonraki yıllarda da bir kere bile bu densizliğimi yüzüme vurmamıştınız. İşte bunun için size hala minnettarım. Fakat gizli olarak da olsa, neden beni hiç sorgulamadığınızı ve cezalandırmadığınızı halen bilmiyorum. Şİmdi beni hatırladınız mı hocam ?”
Hoca cavap verdi : 
“Hatırlamadım tabii ki oğlum. Çünkü benim de gözlerim kapalıydı”.

ÖĞRETMENİM AHMET YENER

Son söz :
Öğretmen ve saat öyküsünü Amerikalı gelin ve Galli damadım için çevirdim. İkisinin de aynı anda söyledikleri ; bu olayın zamanımızda olmasının olanaksız olduğuydu. Çünkü öğretmenin, öğrencilerin ceplerini, özellikle bu şekilde, karıştırmasının derhal hukuki sorunlar yaratacağını ve öğretmenin meslek hayatının sona ereceğini söylediler. Öyküyü yazarken bunu düşünmemiştim, fakat gerçekten ve maalesef, haklılar.

Dr. Timur Sümer

BU SAYFA HAZIRLIK ASAMASINDADIR. Tanrı’nın Varlığını Destekleyen Sebepler…

BU SAYFA HAZIRLIK ASAMASINDADIR

Tanrı’nın Varlığını Destekleyen Sebepler…

1. Dünya tarihi boyunca, bütün kültürlerdeki insanlar, bir Tanrı’nın varlığını kabul etmişlerdir.

Bir kişi, bütün tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün insanların, bütün ulusların ve kültürlerin hatalı, kendisinin haklı olduğunu nasıl söyleyebilir? Milyarlarca insan, çeşitli sosyolojik, zihinsel, duygusal ve eğitimsel çeşitliliği içeren milyarlarca insan, tek bir ağızdan bir Yaratıcı, bir Tanrı olduğuna karar kılmışlardır.

Antropolojik araştırmalar, günümüzde en uzaklardaki, en izole olmuş ve en ilkel kabilelerde bile evrensel bir Tanrı inancı olduğunu gösterir. Dünya üzerinde yazılmış en eski, en antik tarihi eserlerde veya efsanelerde, orijinal bir Yaratıcı, Tanrı konsepti görülmektedir. Günümüzde veya antik çağlarda çok tanrılı inançlara sarılmış, birbirinden bağımsız ve alakasız toplumların bile kökenlerinde en yüksek ve en yüce olan bir Tanrı bilinci olduğu görülür.

2. Gezegenimizin karmaşıklığı, sadece evrenimizi yaratan temkinli bir tasarımcıya işaret etmekle kalmaz bugün hala ona bağlı olduğunu gösterir.

Tanrı’nın tasarımına işaret eden bir çok örnek, hatta sonsuz örnek mümkündür, ancak biz sadece birkaçını verebileceğiz:

Dünya . . . boyutu mükemmeldir. Dünyanın boyutu ve yer çekimi, oksijen ve nitrojen gazlarından oluşan ince bir tabakayı, yerden 80 km yukarıya kadar tutmaktadır. Eğer dünya daha küçük olsaydı örneğin Merkür gibi, bir atmosferi olması imkansız olacaktı. Eğer dünya daha büyük olsaydı örneğin Jüpiter gibi, atmosferi özgür hidrojen içerecekti. Dünya, hayvan, bitki ve insanları yaşatabilen, doğru bir karışımdan oluşan atmosfere sahip tek gezegendir.

Dünya, güneşe en doğru mesafede durmaktadır. Eğer dünya, güneşten daha fazla uzakta olsaydı, biz tamamen donardık. Daha yakın olsaydı hepimiz kavrulurduk. Dünyanın konumunundaki küçük bir değişiklik bile yaşamı imkansız hale getirirdi. Dünya, güneş etrafında 107,000 km/saat hızıyla dönerken bile bu mükemmel mesafeyi korur. Bunu gerçekleştirirken aynı anda kendi ekseninde de dönmektedir. Böylece yüzeyinin ısınmasını ve soğumasını sağlar.

Ayın boyutu ve dünyaya olan uzaklığı, dünya ile olan yerçekimi açısından mükemmeldir. Ayın önemli okyanus gel-gitleri ve hareketleri ile sular ne durgunlaşır ne de kıtaların üzerine tırmanır.

Su . . . renksiz, tadsız ve kokusuz ancak hiçbir canlı onsuz hayatta kalamaz. İnsanların (üçte ikisi), bitkilerin ve hayvanların bedenlerinin çoğunluğu sudan oluşmaktadır. Suyun karakteristik özelliklerinin benzersiz bir şekilde yaşama uygun olmasına bakalım:

Suyun olağandışı bir donma noktası ve yüksek kaynama noktası vardır. Su, dalgalanan çevre ısılarına uyum sağlamamızı ve beden ısımızın sabit kalmasını sağlayan unsurdur.

Su aynı zamanda kimyasal olarak etkisizdir. Taşıdığı maddelerin niteliğini bozmadan yiyeceklerin, ilaçların ve minerallerin absorbe edilmesini ve beden tarafından kullanılmasına imkan verir.

Suyun benzersiz bir yüzey gerilimi vardır. Bitkilerin içerisindeki su, yer çekimine aykırı bir şekilde yukarı doğru çıkabilmekte, en yüksek ağaçların en uç dallarına bile besin taşıyabilmektedir.

Su, yukarıdan aşağıya doğru donmaya başlar böylece içindeki balıklar yaşamaya devam eder.

Dünya suyunun %97’si okyanuslardadır. Ancak dünyamızın içerdiği bir sistem, bu suyun tuzdan arınmasını, buharlaşıp tüm dünyayı sulamasını sağlar. Buharlaşma, okyanusun sularını tuzdan ayırır ve kara üzerinde suyu dağıtması için rüzgar tarafından itilen, bitkileri, insanları ve hayvanları, kısacası yaşamı besleyen bulutları oluşturur. Bu sistem hem arındırmayı, hem tekrar kullanmayı hem de besi sağlamayı içermektedir.

İnsan beyni . . . eşzamanlı bir şekilde sayısız bilgiyi işler. Beyniniz, etrafınızda gördüğü şekilleri, renkleri, kokuları, ısıları, ayağınızın altındaki basıncı, ağzınızın nemini, elinizdeki ve üzerinizi kaplayan elbiselerin dokusunu aynı anda işler. Beyniniz duygusal yanıtları, anıları ve düşünceleri kaydeder. Aynı zamanda bedeninizin düzenli işlerini sürdürür, nefes almanız, göz kapaklarınızı açıp kapamanız, yürümeniz, iç organlarınızın çalışması bunların bir kaçıdır.

İnsan beyni bir saniyede bir milyondan daha çok mesajı işleme tabi tutar. Beyniniz bütün bu veriyi tartar, önemine göre süzgeçten geçirir, göreli olarak önemsiz gözükenleri geri plana atar. Dünya üzerinde yaşamanızı ve işlev görmenizi sağlayan işlemci, beyninizdir. Her saniye milyonlarca veriyi işleyen, bedeninizin bilinçli ve bilinçsiz işlevlerini sürdüren ve sayısız etkinliği, yaratıcılığı olan insan beyninin şans eseri oluşmuş bir et parçası olduğunu kim iddia edebilir?

NASA uzaya bir mekik gönderdiği zaman içine yerleştirdiği maymunun bu gemiyi inşa etmesi ve kullanmasını beklememiştir, sadece zeka ve yaratıcılık sahibi bir tür bunu yapabilir. Birisi insan beyninin varlığını nasıl açıklar? Sadece insan beyninden daha bilgili ve zeki bir akıl bunu yaratabilir.

3. “Şans” yeterli bir açıklama değildir.

Efes harabelerine ya da Dolmabahçe sarayına baktığınızda bu eserlerin şans eseri oluşmuş, doğal yapılar olduğunu düşünür müsünüz? Sınırsız zaman, rüzgar ve yağmur sağlansa bile doğa bu eserleri oluşturamaz. Sağduyumuz bize bu eserlere baktığımızda, açık bir planlama ve ustalıkla oluşturulmuş, zeka ürünlerine baktığımız verisini verir.

Bu makale, dünyamızın birkaç şaşırtıcı yönüne dokunmaktadır: dünyanın güneşe konumu, suyun bazı özellikleri, insan bedeninin bir organı. Bunlardan herhangi birisi kazara olmuş olabilir mi?

Seçkin astronom Frederick Hoyle, amino asitlerin insan hücrelerinde tesadüfi bir şekilde bir araya geldiği iddiasının matematiksel olarak gülünçlüğünü ortaya koymuştur. Hoyle, “şans” ihtimalinin saçmalığını takip eden analojide resimlemiştir: “Bir kasırganın, bir hurdalık üzerinden geçerken parçaları şans eseri birleştirip, şans eseri çalışan ve uçmaya hazır pırıl pırıl bir Boeing 747 oluşturmasının şansı nedir? Olasılık o kadar küçüktür ki, sınırsız zaman ve sınırsız hurdalık verilmiş olsa bile bu olasılıkta yükselme görülemez.”

Evrenin ve bizim yaşamımızın karmaşıklığı göz önüne alınıldığında, ihtiyacımız olan herşeyi yaratmış olan makul, sevgi dolu ve zeki bir Yaratıcıyı kabul etme durumunda kalırız. Kutsal Kitap, yaşamı yaratan ve sürdüren bu Yaratıcı’yı Tanrı olarak tanımlar.

4. İnsanlığın doğal olarak sahip olduğu yanlış ve doğru hisleri biyolojik olarak açıklanamaz (vicdan).

Hepimizin içinde, bütün kültürlerde, evrensel bir doğru ve yanlış hisleri mevcuttur. Bir hırsız bile kendisinden bir şey çalındığında haksızlık içerisinde olduğunu düşünür. İstisnasız bütün kültürlerde, ailesinden zorbalıkla çekilip alınan ve tecavüz edilen küçük bir kız olayı karşısında büyük bir öfke, tiksinti ve bu kötülüğü onaylayanlara karşı kızgınlık oluşur. Biz hissi nereden elde ettik? Bütün insanların vicdanlarında yer alan evrensel bir adalet, kötülüklerden tiksinme bilinci nasıl oluşmuştur?

Cesaret, asil bir neden için ölmek, sevgi, merhamet, saygınlık, vazifeye sadakat, tüm bunlar nereden geldi? Eğer insanlar sadece fiziksel gelişimin ürünleriyse, “en güçlü olanın hayatta kalması” ise, niçin birbirimiz için canımızı feda ediyoruz? Yanlış ve doğru hakkındaki iç hisse nereden sahip olduk? Bizim vicdanımızın varlığına getirebileceğimiz en iyi açıklama, insanlığın kararlarına ve uyumuna önem veren, seven bir Yaratıcı’dır.

AT MAMASI VE KORONA

AT MAMASI
Nusreddin Hoca komşularından ödünç bir kazan almış. Ertesi gün kazanı geri götürmüş ve “Müjdeler olsun komşular” demiş, “kazanınız doğurdu. Nur topu gibi bir tencereniz oldu.” deyip kazanla birlikte bir de küçük tencere vermiş komşusuna. Komşusu sevinip, “ Hoca da iyice bunadı, kih kih kih !” yapıp kazanı ve tencereyi almış. Birkaç gün sonra Hoca kazanı yine ödünç almak isteyince, komşusu sevinçle vermiş kazanı. Aradan bir hafta geçip de kazan geri gelmeyince, hocanın evine gidip kazanını istemiş. Hoca kederle, “Başınız sağ olsun komşum” demiş, “Sizin kazan sizlere ömür”. “Aman hoca” demiş komşusu, “kazan hiç ölür mü ?” . “İlâhi be komşu” demiş hoca, “Uzun boylu adam korona için para lâzım, üstelik kanal da yapacağız, ahacık şu İBAN’lara para yatırın” deyince hemen inanıp koşup para yatırıyorsunuz da, kazanın öldüğüne neden inanmıyorsunuz ki ? ..hayret bir şeysiniz billâ”.


Akşamın nilgünü (laciverdi) göğümüze çökerken, gül cemâlinizi batı yönüne çevirin ve tek taş pırlanta misâli parıldayan Venüs gezegenini (Çulpan) doya doya izleyin. Gece göğümüzün en parlağı ay dede, ikincisi ise Çulpan’dır ; söylemedi demeyin.

Samur sana çul pana Çekinme açul pana Akşam vakti gelince Pakacağuz Çulpan’a

Four planets rise above Lake Michigan off of Whitefish Bay, Wisconsin at 05:51 am local time on Oct. 18, 2015. The 15 second exposure shows, from bottom, Mercury, Mars, Jupiter and Venus. Making a close trio with Mars and Jupiter is Chi Leonis, at magnitude 4.6. The photo was taken with a Nikon D300 set at ISO 1250 with an 18-200mm lens set at 24mm. Photo by : Ernie Mastroianni

Aşağıdaki yazıyı 26 Ağustos 2013 tarihinde yayınlamışız. Korona salgını nedeniylere doktorlara yapılan saldırıya ara verildiğini duyunca yeniden yayınlayalım dedik.
“Doktor efendi dönemi bitti”Dünyada ilk kalp naklini gerçekleştiren Dr.Christian Barnard’ın asistanlığını yapmış olan Topkapı Hastanesi Başhekimi kalp cerrahı Doç. Dr. Edip Kürklü, 5 Haziran 1988’de gazinocu ve Diyarbakırspor Başkanı Mehmet Yaşar Şerbetçi’nin açık kalp ameliyatını yapmış, ancak hasta ameliyattan bir hafta sonra “uyuşturucu kullandığını gizlediği için anestezi komplikasyonu sonucu” hayatını kaybetmişti. Doç. Dr. Edip Kürklü, 21 Temmuz 1988’de Mehmet Yaşar Şerbetçi’nin kayınbiraderi Mustafa Turgut tarafından arabasının içinde kurşunlanarak öldürüldü..

Dr. Cengiz Çetin yirmi üç yaşındaydı.Sualtı Hekimliği’nde asistanlığabaşladığının yirminci günü, vurgun yiyen iki dalgıcın tedavisi için basınç odasına girdi. İstanbul Tıp Fakültesi’ndeki İkinci Harb-iUmumîden kalma alet patladı… 27 Temmuz 1998 günü hayatını kaybetti.

Dr. Göksel Kalaycı altmış altı yaşındaydı. Önce genel cerrahi, sonragöğüs cerrahisi ihtisası yapmış, profesör olmuştu. Ameliyat ettiğihastası “Ben ölürsem sen de öleceksin” diye tehdit etti. Hastanınyakını tarafından, yıllarını verdiği İstanbul Tıp Fakültesi’nin bahçesinde vuruldu…11 Kasım 2005 günü hayatını kaybetti…

Dr. Ali Menekşe elli bir yaşındaydı. Giresun Göğüs HastalıklarıHastanesi’nde göğüs hastalıkları uzmanıydı. Bir çocuğunu doğumda, onaltı yaşındaki kızını da Ankara yolunda geçirdiği trafik kazasında kaybetmişti.15 Ocak 2008’de, elli birinci doğum gününde, hastası tarafından vuruldu…14 Şubat 2008 günü hayatını kaybetti.

Dr. Ersin Aslan otuz yaşındaydı. (1982 yılının 14 Mart günü, Tıp Bayramı’nda doğmuştu.) Gaziantep Devlet Hastanesi’nde göğüs cerrahisi uzmanı olarak çalışıyordu. Ameliyatını bitirip servise çıktı…Daha önce ameliyat ettiği hastanın ölümünü MERSİN nüfus sistemine bildirdiği için, hastanın yediyüz liralık emekli aylığıni usulsüzce almaya devam etmek isteyen on yedi yaşındaki torunu tarafından döner bıçağıyla bıçaklandı…Can çekişirken katili başında bekleyip odasına kimseyi sokmadı ve kan kaybından ölmesini sağladı…Gaziantep’te çok sevilen bu değerli cerrah 17 Nisan 2012 günü hayatını kaybetti…

Dr. Mustafa Bilgiç yirmi altı yaşındaydı. Samsun’da On Dokuz Mayıs Üniversitesi’nde acil tıp asistanıydı. Karısı da aynı tıp fakültesinde çocuk ihtisası yapıyordu.Tedavi ettiği Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastasının iğnesi eline battı… 21 Eylül 2012 günü hayatını kaybetti…

Kenan Evren askeri cuntanın başıydı…“Mecburi hizmete gelen doktorları ağaca bağlayın, kaçmasınlar.” dedi. Askerden fazla para alıyorlar diyerek sağlık personel yasasını iptalederek tüm sağlık çalışanlarını 657 sayılı yasaya tabi kıldı.. O günkü parayla 90 bin lira maaş alan bir pratisyen hekim 18 bin lira maaş almaya başladı.. (Bir teğmen maaşı 35 bin lira idi..)

İmren Aykut Çalışma Bakanı’ ydı…Doktor maaşlarının 400 dolar civarına inmesi karşısında “Ne verirseniz verin bu doktorların gözü doymaz.” dedi.

Tansu Çiller Dışişleri Bakanı’ydı…Hariciye Vekaleti’yle hariciye koğuşunu karıştırdı, hastanelere “Balyoz Harekâtı” düzenledi. (Balyoz Davası hakimlerinin gözünden kaçtı, ceza almadı.)
Dr.Yıldırım Aktuna Sağlık Bakanı’ydı…Habersiz gittiği bir hastanede hafta sonu makamında bulamadığı başhekimin kapısını kırdırttı.

Doç. Dr. Osman Durmuş Sağlık Bakanı’ydı…Fuzuli yere yakıyor diyebaşhekimin ellerini kalorifer peteğinde kızarttı…
Sağlık Bakanı Prof.Dr.Recep Akdağ “Doktorların eli hastaların cebinde.” dedi.Yetmedi…Üstüne bi de “Paracı doktorlar gürültü yapıyor.” diye ilave etti… Sağlıkta Dönüşüm adı altında tüm doktorları ve sağlık çalışanlarını “sağlık kölesi” haline dönüştürdü..
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Ben doktora iğne yaptırmam, doktorlar adamı felç ederler alimallah.” dedi. Yetmedi…Üstüne bi de “Doktor efendi dönemi bitti.” diye ilave etti…Noktayı koydu..Türk Tabipler Birliği başkanı, sınıf arkadaşımız rahmetli Dr. Füsun Tekeşin Sayek, Tayyip beye iğne yapmayı teklif etmişti.
Evet ey Türk Milleti, ey vatandaş ! Doktor efendi dönemi bitti!..

Temelimiz’in yüreğine bir çarpıntı musallat olunca, hemen bir yürek doktoruna gidip “Doktorcum, ne zaman bir güzel kadın görsem yüreğimi bir hoplama bir titreme almakta ki o kadar olur” demiş. Doktordur, hâliyle katiyyen muayene bile etmeden hemen emar, kardiogram, tomografi, ultrason, akciğer filmi, eforlu test, anjiogram, kan ve idrar tahlili yaptırıp, Temel’e “Sende kulakçık titremesi (“Atrial fibrilasyon”) nâm bir illet var”  demiş.  Temel’dir, “Allâma şükürler olsun ki Korona değilmiş..lâkin netsek acep bu hızlı kalp atmesıniıdurdursak doktor hanım ?” demesiyle, doktordur, “ Merak etme sen Temelciğim,demiş. Bakarız.. kalbinin böyle hızlı atmaması lazım”.Bunu duymasıyla Temelimiz, başlamış şehrin herbir eczanesinde at maması aramaya. Sonunda güçlükle bir eczanede birkaç kutu at maması bulmuş. At mamasını yiyip bitiren temel yine eczaneye bir dönmüş ki, eczacı “At maması bitti “ demiş.

Meğerse Korona salgını yüzünden, at mamasının ithali yasaklanasıymış. Temelimiz, telâş yapıp hemen yürek doktoruna varmış. “Böyleyken böyle doktorcum” demiş, “at maması bitmiş”Doktordur kederle bakmış Temel’e;  “Hayret be Temelcim” demiş, “bit memesi lâzım” 

Gözleriniz hep yükseklerde olsun, Dr. Timur Sümer

BAHAR ILIMI

Bu yıl “BAHAR ILIMI” (“SPRING EQUINOX”) İstanbulumuz’da 20 Mart Salı günü sabah saat 06:45’de idrâk edilecektir; kutlu olsun.
İnsanlığın gelmiş geçmiş en büyük şairlerinden Hz. Karacoğlan’ı yavaş yavaş sindire sindire okuyun :

“Değirmenden geldim beygirim yüklü
Şu kızı görenin del’olur aklı
On beş yaşında kırk beş belikli
Bir kız bana emmi dedi neyleyim”

Nusreddin hocanın evine bir kez daha hırsız girmiş. Yatağını, yorganını, üç kuruş paracıklarını, kredi kartlarını, seccadesini, kavuğunu, alıp gitmişler. Hocadır, “Ahh..vah !.” diye” döğünürken komşular yetişmiş : “Aman hocam” demiş birisi, “insan kapıya bir köpek bağlamaz mı ?” Diğeri, ” Bir alarm sistemi kurdurmaz mı ?” Bir diğeri, “Hocam, bakan oğlu misali evinde, altı yedi tanecik de olsa, kasa bulundursaydın ya ?” “Hadi olmadı sağlam birkaç ayakkabı kutusu da mı bulamadın ?”
diye akıl verirlerken, “Bâri polise haber verelim..” demiş ötekisi.
“Hadiyin ordan lan bre komşular” demiş hoca. “Anladık.. yine, hâliyle, hırsızın hiçbir kabahati yok…kabahat yine ..lâkin yakalansalar ne fayda ?.. Hırsızı salıvermelerinden geçtim, bizi içeri alırlar diye telâş etmekteyim.”

“Birem birem toplayayım odunu
Bilem dedim bilemedim adını
Albistan yanaklı Türkmen kadını
Bir kız bana emmi dedi neyleyim”

Çok değil bir milyar yıl kadar önce, sevgili dünyamız güneşimizin çevresini tavâfa başladıktan az bir sonra, uzaklardan gelen koca bir kaya kitlesinin dünyamıza küttedenek çarpmasıyla kopan parçadan ay dedemiz oluşmuş, çarpmanın etkisiyle önce şallak mallak olan dünyamız, daha sonra da ay dedemiz sayesinde dikelmiş, dikelme ekseni ise 23 derece kaykılıvermiş idi. Bu kaykılma sonucu ise mevsimler oluşmuş, sevgili dünyamızı da börtü böcek sarıvemiş idi. İzleyen milyonlarca yıl içinde ise, ay dedemiz dünyamızın etrafında fır dolanaraktan onu topaç misali dikelterek takla makla olmasını engellemiş, sonraki zamanda ise gel-gite (med ve cezir) yol açıp dünyamızı şenlendirmiş idi.

Bu eksen kaykılması yüzünden, her 20-21 Mart dolayında ekvator halkamız (ekvatorun oluşturduğu halka) güneşin yörüngesinin halkasıyla hırp diye çakıştığından, bu durum “İLKBAHAR ILIMI” ya da “vernar equinox” tesmiye edilip (isimlendirilip) , ve güya, gece ile gündüz birbirine eşit olduğundan “NEVRUZ” geldi hoş geldi diyerekten bayram etmekteyiz.
Şimdilerde ise, devâsa ateşler yakıp, ele güne hoşgörü ibreti olsun murâdi ile, büyük elçileri ve dahî politikacıları ateş üzre hoplatıp, tabançalarımızla (avuçlarımızla) şıpıdık çalıp alkışlayaraktan, resimlerini gazetelere basmayı iş edinmişizdir.

“Bizim ilde urum olur uç olur
Sızılaşır bozkurtları aç olur
Bir yiğide emmi demek güç olur
Bir kız bana emmi dedi neyleyim”

İmdii.. ve de lâkin:

  1. Gece ve gündüz asla eşit olabilemez. Zîra güneşimiz, battıktan sonra bile, atmosfer kırması yüzünden, 1.5-6 dakika görünmesini sürdürmektedir.
  2. Üstelik hem güney hem de kuzey kutbunda bu sırada güneş asla batmayıp Mevlevî dervişi misâli, ufka paralel dolanıp durmaktadır.
Bu fakirin teleskopumuzdan Ay Dede’nin güzel bir pozu

Yıllar önce aklı sivri bazı bilim adamları, “Acep günebakanlar güneşi ne kadar izlerler” merâki ile günebakan çiçeklerini güney kutbunda dikmişlerdi de, zavallım günebekanlar güneşe bakaraktan döne döne boyunlarını yeni yunmuş çamaşır misâli burup, hepten telef olmuşlar idi.

“Karac’oğlan der ki n’olup n’olayım
Akan sularınan ben de geleyim
Sakal seni makkabınan yolayım
Bir kız bana emmi dedi neyleyim”

Köyün birine bir gün uzun boylu, seyrek bıyıklı, reis tavırlı bir adam gelmiş. Köylüler etrafına toplaşmışlar.
Uzun adam, “Eyy köylü milletiii !..” demiş “Ben sizin peygamberinizim..!”
“Hâşâ” demiş köylüler, inanmıyoruz sana, sen töbe peygamber neyim değilsin.”
Uzun adam karşıdaki duvarı göstermiş, “Şu duvarı konuşturursam inanır mısınız peygamber olduğuma ?”
“İnanırız demiş” köylüler. “Hele bir duvar konuşsun, senin peygamber olduğuna billâh inanırız”
“Eyy duvaar !” demiş uzun adam. “Konuuş !!.. Konuş ve benim peygamber olduğumu söyle bu köylü milletine ! ”
Duvar ossaat dile gelmiş:
“Eyy köylü milletiii ! Bu adama sakın ola inanmayın..o peygamber değildiir..bu adam sahtekârın biridiir ! ”

Dünyamızın aydınlık parçası ile karanlık parçasını ayıran çizgiye “ara çizgi” ya da “Terminatör” denir. Dünyamıza uzaydan baktığınızda gördüğünüz gece ile gündüzün ayrıldığı çizgidir bu. Yirmi Mart’ta bu “ara çizgi” hem kuzey hem güney kutbunun üzerinden aynı anda geçer.
Lâkin atmosferimizin güneş ışığını kırması (“refraction”) nedeniyle hem kuzey hem de güney kutbunda 20 Mart’ta güneşimiz 24 saat süreyle durmadan ufuk çizgisinde 360 derece dönerek pırıldar, ve iki kutupta da 24 saat boyunca gece asla olabilemez.
Akıllara ziyan bilgiler bunlar kıymet bilene.

Fakirin teleskopundan “Mare Crisium”

Bahar ılımında (ve de hatta güz ılımında) sevgili güneşimiz tam DOĞUDAN DOĞAR ve TAM BATIDAN BATAR. Yılın diğer günlerinde SEVGİLİ GÜNEŞİMİZ ASLA tam doğudan doğup tam batıdan batmaz.
Pusulalarınızı akord etmeniz için bulunmaz bir fırsattır bahar ılımı.

Bu bir gerçek olaydır, uyduruyorsam nâmerdim : Adamın biri AKEPE mitinginde avazı çıktığı kadar “İbnee!!” diye bağırıp fikrini belirtmiş. Adamcağızı ossaat derdest edip başçalana hakâretten hâkimin karşısına çıkarmışlar.
“Ne var bunda hakâret olacak hâkim bey ?” demiş. “Ben de eşcinselim ve bana ‘ibne’ denilmesine de hiç kızmam”.

Deveye sormuşlar “boynun niye eğri ?”
“Ne eğrisi lan !” demiş “hepsi montaj”.

Gözleriniz hep yükseklerde olsun
FPT Prof. Dr.Timur Sumer

TEMEL VE HIRSIZ (Ana neden analizi)

TEMEL VE HIRSIZ 


“Ben yârimin illerine, Varsam gerek, ahtım vardır.
El kavşurup huzurunda,
Dursam gerek, ahtım vardır”

Temelimiz gece yarısı bir tıkırtı sesine uyanmasıyla bakar ki eve hırsız girmiş eşyaları karıştırmakta. Korkudan böbreği ağzına gelen Temelimiz ışığı yakmasıyla , amanın, bir de ne görsün, bu hırsız kişi meğerse edâsı hoş, endâmı zarif , sedâsı güzel, gözleri ahû, seyrânı lâtif, cilvesi yaman bir genç hûri değil mi..? 

Korku ve kızgınlıkla, “Kıpraşma gıız..aha şimcik polis çağırayrum da!..” diye nâralanaraktan telli-fona hamle etmiş ise de, hırsız dilber ossaat dile gelip başlamış yalvarmaya;

“Uy Temelum kıyma pana..sakın çağurma şu polisi, ..dile penden ne dilersen..her isteğini yaparum daa..” deyip bir hamlede giysilerini fora edip üryan olmasıyla, Temelimiz’in ossaat aklı başından hoplayıvermiş. 

Telli-fonu bırakıp, başlamış bir gayret ile hırsız dilberi öpmelere, mıncıklamalara, el peşrevleri ile okşamalara, ve daha neler de nelere. Lâkin heyhaat, yaşı sekseni aşmış Temelimiz’in , her bir yanını ter basmış, lâkin nice çabalasa da, heyhaaat, muradına erememiş. Nefesi fena daralmış bir halde konuşaraktan telli-fona yürümüş garibim ; “Olmayi be cüzelim..katiyyen olmayi..kusura kalma..mecbur çağuracağum polisi daa..” diyesi var.

“Kara kaşın eğmelerin,
Gönül sevmez değmelerin.
Ellerimle düğmelerin,
Çözsem gerek, ahtım vardır” 

Artık kaç “sengine” ne kadar “Acem mülkünün feda” olduğu tartışılan büyük İstanbul nâm ülkeden selâmlar.

Gecenin nilgünü (laciverdi) ülkemizi sarıp akşam olunca gül yüzünü güney yönüne çevirip göğe bakanlar, Bercis (Jüpiter) gezegenimizin ışıldiyaraktan dünyamızı nice göktaşı zulmünden koruduğunu görürler ki, hayretten ısırılmadık parmak kalmaz. Hele de bir güçlü bir dürbünle ya da küçük bir teleskopla baksalar, Bercis’in 79 uydusundan en büyükleri olan Io, Europa, Ganymede ve Callisto’yu ip gibi dizilmiş görürsünüz. Bu fakirin yıllar önce görüntülediği  bu muhteşem manzarayı hayır duanızı almak muradıyla hizmetinize sunuyorum.

“Elinden dolusun içip,
Mest olup kendimden geçip,
Aya karşı göğsün açıp,
Emsem gerek, ahtım vardır”

“Root cause analysis” ’in Türkçe’sini bilemedim. “ Ana neden analizi”  (ANA) olabilir mi acep ?  İdarecilik yapmış olanlarınız bu bilimsel yöntemi kesinlikle bilir. 
ANA, sorunların ya da istenmeyen olayların ortaya çıkış nedenlerini  tanımlamak ve bilimsel bir şekilde çözüm üretme yöntemidir. Bu konudaki bir bağlantıyı  hizmetinize sunuyorum ; lütfen tıklayınız.Root Cause Analysis

Root Cause AnalysisThe dictionary defines “root cause” as the fundamental cause, basis, or essence of something, or the source from… Söz gelişi kadınlara karşı yapılan eziyet ve katliamı sonlandırmak için ANA yöntemini kullanmak zorunludur.  Dünya liderimizin,  “Açık ve net söylüyorum, benim gönlüm idamdan yanadır”demesi, ya da kadınların sokaklara dökülüp koro halinde “Ka-dın-la-ra-zu-lü-mü-dur-du-ra-ca-ğıız” benzeri sloganlar atmasının soruna çözüm bulması olanaksızdır. Cinayete karışanların ortak özellikleri araştırılıp, eğitim durumları, zekâ düzeyleri, ekonomik durumları, doğup büyüdükleri yöreler, hayat mücadeleri, yenilgileri, başarıları, daha önce işlediği suçlar gibi düzinelerle değişken, psikolog, sosyolog, epidemiyolog, ve sosyal hekimler  gibi uzmanlarca incelenmeli ve soruna köklü çözüm bulunmalıdır. Bu gibi sorunların incelenmesinde, bizim de geçmişte kullanmış olduğumuz “balık kılçığı” (“fish bone”) yöntemi uygulanabilinir. (Lütfen tıklayınız)What is a Fishbone Diagram? Ishikawa Cause & Effect Diagram | ASQ

“Karac’oğlan der yaz ilin
Öpeyim, sorayım elin.
Kollarımla ince belin,
Sarsam gerek, ahtım vardır”
(Karacaoğlan)

Gözleriniz hep yükseklerde olsun. FPT Dr. Timur Sümer

Soygun

Kalburun saman içinde olduğu evvel bir zamanda, kanun kaçağı
üç adet salyangoz kaplumbağa kardeşimizi karanlık bir köşede
pusuya düşürüp bir güzel de pataklamakla
kalmayıp, kredi kartlarını ve de parasını dahi
araklamışlardı. Bu duruma, hâliyle, neden sonra yetişen
kahraman polisimiz ise,hem biteni hem de olanı sorunca, kaplumbağa;
“Ne olduğunu anlıyamı bildik memur bey, her şey göz açıp
kapayıncaya kadar çabucanak oluverdi birader” demiş idi.

13.yüzyılda

DÖRT KİTABIN MANÂSIN
OKUDUM HÂSIL ETTİM
IŞIĞA GELİNCE GÖRDÜM
BİR UZUN HECE İMİŞ

diyen Hz.Yunus Emre, ışık hızının bir saniyede
dünyamız çevresini sekiz defa dönebilecek kadar hızlı
olduğunu biliyor muydu dersiniz?
Jüpiter’i hiç görmedim diyeniniz varsa gecenin kör
karanlığında, güney-güney doğuda yükselen
pırıldayan bu en parlak gezegene bir
göz atıversin.
Gözleriniz ise hep yükseklerde olsun.
Timur

EYÜP’E SEÇİM ÖĞÜTLERİ

Vatan Partisi Kayseri milletvekili adayı, sınıf arkadaşım Prof Dr. Eyüp Selahattin Karakaş için yazdığım gülmeceli öğütler:

Azizim kardeşim Eyüp:
Milletimizin vekilliğine aday olalı başını kaşıyacak bir adam arıyorsundur bilirim. Kaygılanma, Kayserimiz’e gelebilirsek kaşırım zâtının ser-i kebîrini (koca kafanı). Lâkin bu meşguliyet ve ahvâl-i şerâit içinde dahî önemli görevlerin olduğunu sakın unutmayasın.

1.Evvelâ ve de behemahâl Anıtkabir’i ziyaret etmen gerekiyor. Lâcilerini giy. Sevmezsin bilirim ama ne yazık ki kravat takman da iktizâ edecek.
Güzelce bir çelenk yaptır. Çelengin bir ucundan baş ve şahâdet parmaklarınla tutuyormuş gibi yapıp, oralardan bulduğun bir Mehmetçik’e çelengi Atamız’ın kabrine kadar taşıtacaksın. Sonra da huşû içinde, dîdelerini süzüp ve de ağzını büzerekten, hattâ mümkün ise dîdelerin birkaç damla da yaş akıtaraktan, ayakta bir dakika kadar dikilip, artık içinden Fâtiha mı okursun, “Ha bu diyar” türküsünü mü söylersin bu da senin bileceğin iş.

2. Ardından Anıtkabir defterine yazı karalaman gerekiyor. Bence bu yazıyı akşamdan ezberine al.
Yoksa Tansu Çiller misâli rüsvây olursun.
Yazının içinde mutlaka “izindeyiiiz”, “bıraktığın yerdeen”, “devrimlerinin sadık bekçisiii..” misâli lakırdılar olsun. Bizi ele güne rezil etme.

3. Artık bundan sonra son derece “zeki”, “çevik” ve “dürüst” görünmen gerekiyor. “Zeki” ve “dürüst” kolay; lâkin çevikliği nereden bulacan ? Bir an önce spora hatta yogaya başlaman gerekiyor. Bak demiştim, cıgarayı pipoyu bırakmış olmanın faydasını bir kez daha göreceksin.

4. Oruç işi de çok mühim; mübârek Ramazan ayında ne halt edecen ? Zinhâr ahâlinin, hele hele gazetecilerin önünde, Ramazan ayını idrâk ettiğimiz günlerde çay neyim içme, sakız çiğneme ve dahi hiçbir şey tazakkum etme. Bundan sonra sana rakı da yok.

5. Şimdiden sonra sıklıkla “sen benim kim olduğumu biliyor musun ?” durumları oluşacaktır. Sakın haa..bırak bu lafları bizler söyliyelim.. “….ben E.S.K’ın yakın arkadaşıyım..onu nah şu kadarcıktan tanırım.. elimde büyüdü..” diyerekten ahâliyi korkutup hava atmayı bize bırak.

6. Bundan sonra sana kurban da vâcip oldu.
Adet oldur ki, kurbanlığını seçerken, evine getirirken, hatta kestirirken gazetecileri mutlak çağırmalısın. Kurbanın kanını alnına sürmeyi de sakın ihmâl etmeyesin.

7. Cuma’yı nerede kılacağına bir an önce karar ver, ve basına bildir. İnsanları şaşırtma. Öyle zırt pırt cami değiştirilmez. Ankara dışına çıkarsan başka; gittiğin şehrin en büyük camisinde edâ edeceksin Cuma’yı.

9. Bağlama sazına âşinalığının da ilk kez faydasını göreceksin. En iyisi kendi yonttuğun o yamuk sazı omuzuna asaraktan çık meydanlara. Halkımız pek sever böyle yiğitleri. Lâkin sakın ola milletin huzurunda saz çalıp türkü söylemeye kalkıp da bizleri rezil etmeyesin.

10. Türban konusunda fakirin daha önce yazdıklarımızı da unut. Mümkünse,.. söylemeye dilim varmıyor..zevcen Tülin kardaşımıza da güzel bir türban…yine de sen bilirsin.
Bizde daha ne akıllar var bir bilsen ? Sen iste, sevâbımıza hepsini yazarız. Lâkin şimdilik bunlarla idare et.
Bana olan döner borcunu da bak şimdi hatırladım, Mayıs’da ordayım haberin olsun.
Kadîm dostun,
Fakîr-i pûr taksîr
Timur

 

NASIL BURUNCU OLDUM

 
Şûh-u gûzeşte var ki nice nevcivân değer
Geçmiş zamân olur ki hayâli cihan değer 
(Hayâlî)
 
NASIL BURUNCU OLDUM:
Hey yavrum hey…buruncu olmak aklımızdan mı geçerdi…Anlatayım da şu alçak Timur’dan neler çektiğim sizlere de malum olsun.
Bir yandan okul bitmek üzere bir yandan sevdalıyız, lan bari kendi işimizi kuralım da, kızı istettiğimizde babası “işsize kız vermem” demesin diyerekten derin düşüncelere dalmışız ki hoca Nusreddin’in hindisi kaç para. Biz düşünmekteyken, hâliyle, oturduğumuz yerde burnumuzu da karıştırmaktayız.
Nasıl oldu bilinmez, Nazmi hoca şıp diye zuhûr edip, bu garibi parmak burunda gördükte, “Pes bre oğlumı, burun karıştırma gördüm de böylesini hiç görmedim. Dirseğine kadar dalmışsn be oğlum ki oh ne güzel..Gel yiğidim seni bi güzel buruncu yapalım” dedikte,
“Aman hocaam, burunculuk kiiim biz kim. Biz damlardan ayı indirip insanlığa hizmet edecez” diyerekten Nazmi hocamızı hüsrana uğratmış idik.
O zamanlar ise mâlûmunuz; Ankara şehrinin en yaman derdinin kış aylarında ayıların damlara çıkıp tepinmesi olduğunun da bilincindeyiz. Damdan ayı indirme üzerine harika bir iş kurduk ki o kadar olur. Kangal köpeğimizi bir güzel eğittik, dağdan kalın bir sopa kesip elimize aldık, merdiven, ayı kafesi,tüfenk ney de bir tamam hazır.
Derken garibin birinin damına koca bir ayı çıkmasıyla gelip kapımızı çaldı. Biz de “adamdır” deyip bu Timur’u yanımıza alıp, eline de tüfengi verip, ayılı dama geldik.
Güzelce anlattım Timur’a. “Bak oğlum” dedim. “Ben merdivenle dama çıkacam. Ayıyı sopayla aşağı düşürecem. Köpek talimlidir, düşen ayıyı başşaklarından kavradığıylan sürükleyip kafese tıkacak”. Timur salağı, “peki ben tüfenkle n’apıcam ?” diye sormaz mı?
“Elinin körünü yapacan… Biz ayıyı değil de ayı bizi damdan düşürürse n’olacak?..sen de o zaman tüfenkle hemen köpeği vuracan ki bizi şeyimizden kavrayıp..töbe töbee !..”.
Uzatmıyalım, bu Timur alçağı köpeği vuramadı.
Ekte sevenlerimize burnumuzun iki suretini göndermekteyim.
Parmağınız hep burnunuzda olsun.